Yazan: N. Kemal Zeybek
GİRİŞ
"Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz... Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız." Bu sözler büyük şairimiz Yahya Kemal'indir. Ahmet Yesevi ve onun yolundan giden Yunus Emre hakkında derli toplu bir çalışma yapan ve "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" adıyla yayınlayan bilgin Fuat Köprülü'nün Yahya Kemal'in bu uyarısı üzerine araştırmasına başladığını söyleyenler de var. "Fuat Köprülü zaten araştırıyordu" diyenler de... Önemli olan Yahya Kemal'in söylediği sözün Ahmet Yesevi ile ilgili gerçeği en yalın anlatımla ortaya koymuş olması... Bu sözleri seviyorum ve sık sık tekrarlıyorum. Giriş yazısına da bu sözlerle başlamak istedim.
"Milliyetimizi asıl onda bulacağımız" insan nasıl bir insandır? Ne yapmıştır ki; ne söylemiştir ve sözleri nasıl bir etki oluşturmuştur? Milliyetimizle Ahmet Yesevi'nin bu yakın ilişkisinin açıklaması nedir?
Bu soruların cevabını bulma çabası elinizdeki kitabın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ahmet Yesevi hakkında daha araştırılacak çok konu ve yazılacak çok şey olduğuna inanıyorum.
"Söz yok" Fuat Köprülü'nün eseri kendi alanında tartışmasız değerli bir kitaptır. Ancak kitabın yazıldığı yıllardan bu yana çok zaman geçmiştir. Yeni bilgiler elde edilmiş, yeni kaynaklara ulaşılmıştır. Ahmet Yesevi'nin baş eseri Divan-ı Hikmet defalarca yayınlanmıştır. Şimdi yeni bir zaman gelmiştir. Yeni zamana göre Ahmet Yesevi'nin söyleyeceği sözler nelerdir? Bu sorunun da tam zamanıdır.
İşte bu çalışmanın asıl amacı da budur. Ahmet Yesevi'nin bugünkü durumda milletimize ve insanoğluna söyleyeceği sözler nelerdir.
Baştaki konumuza dönüp söylersek, milliyetimizi asıl onda bulacağımız "ulu kişinin" milliyetimizin içinde bulunduğu sorulara cevapları ne olacaktır.
"Milliyet" dediğimiz gerçekliğin iki ana unsurundan birincisi "dil" ise ikincisi de dilin ana taşıyıcısı olduğu bütün kültür unsurlarıdır. Kültür unsurlarının birey ve toplum üzerinde en etkilisinin de "din" olduğu bilinen bir gerçek... İşte Yahya Kemal'in sözünün anlamını burada yakalayabiliriz. Ahmet Yesevi dilimizi, dinimizi ve din anlayışımızı en çok borçlu olduğumuz insandır. Hatırlatalım ki; Ulu Türkistan coğrafyasında Ahmet Yesevi için kullanılan tabirler, Hazret Sultan, Piri Türkistan ve Peygamber-i Sani'dir. Ulu Türkistan coğrafyası bu tabirleri bilinçli olarak kullanmıştır.
Türk Dünyası'nda bu bilinç yaygınlaştırılmalıdır.
Türk Dünyası deyince...
Türk Dünyası deyince aklımıza ilk gelen yedi bağımsız cumhuriyetimizdir. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetleri... Rusya Federasyonu içinde "federe devlet" olarak varlığını sürdüren Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Saha (Yakut), Altay, Tuva, Hakas, Karaçay-Çerkes Cumhuriyetlerini ekleyelim... Kuzey Kafkasya'da; Dağıstan, Kabartay-Malkar, Adigey, Kuzey Oset, Çeçen ve İnguş'u da kardeş cumhuriyetler olarak hatırlayalım. Çin içindeki Özerk Uygur Bölgesi denilen Doğu Türkistan'ı, Afganistan'ın Kuzeyini oluşturan Güney Türkistan'ı, İran'daki Azerbaycan, Horasan ve Kaşkay Türklerini, Irak'ta Türkmenleri, Suriye'deki Türkmenleri, Kırım Tatarları denilen Türkleri, Moldovya'daki, Ukrayna'daki, Bulgaristan'daki, Yunanistan ve Polonya'daki Türkleri, Rusya Federasyonu'nda başta Moskova olmak üzere çeşitli şehir ve bölgelerde yaşayan Türkleri, Avrupa Ülkelerine, Amerika Ülkelerine, Afrika'ya, Avustralya'ya yayılan Türkleri ve şimdi yeniden Türk olduğunu öğrenmeğe başlayan Amerika yerlilerinden kimilerini de unutmazsak "Türk Dünyası Kavramına" yaklaşmış oluruz.
Türk Dünyası haritası üzerine yerleşen Türklerin ana birleşme noktası "ana dil"dir. Türkçelerini koruyanlar kimliklerini korumuşlar; ötekiler eriyip gitmişlerdir.
Bugün dünya yüzünde yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu İslam dinine bağlıdırlar. Müslüman olmayan Türklerden bir kısmı ortodoks, bir kısmı budist, bir kısmı ise musevidir. Musevi olanlar Kırımçak'lardır. Karayim denilen Karay'lar ise yanlışlıkla musevi sanılırlar ama özlerine özgü bir dinleri vardır. Çuvaşlar ve Gagauzlar ortodokstur. Sayıları bir milyon civarındadır. Tuvalı'lar budisttir. Saha ve Altay ise yarı eski Türk dini, bu-kanlık biraz ortodoksluk ve kamcılık uygulaması içindedirler.
Bir gerçek, müslüman olanların aralarında dil bakımından da anlaşma sıkıntısının az olduğu, müslüman olmayanlarla anlaşmak için daha çok çaba gerektiğidir. Gagauzların bu kuralın dışında oluşları vaktiyle Müslümanken sonradan ortodoks oluşlarındandır.
Şimdi isterseniz tarihte ve günümüzde Türk'ü tanımlayalım: "Türkçe konuşan ve çoğunluğu müslüman olan insanlar topluluğu..." Her tanımın tartışmalı yönleri olabilir ama gerçeğe en yakın tanım budur.
Bu durumuyla Türklük yeryüzünün geçmişinde ve bugününde eşi ve benzeri olmayan bir güzelliktir. Türk'e aşık olanlar bu güzelliği görebilenlerdir.
Türk Dünyası ve Ahmet Yesevi
1990 yılında Kazakistan'a yaptığım gezide ilk durağım Türkistan şehriydi. Ahmet Yesevi'nin türbesinden çıktığımızda ev sahipliğimi yapan Gümüşcan Hanım kulağıma eğildi ve dedi ki: "Siz Hazret Sultan'ın mezarına hürmet gösterdiniz; onun ruhaniyeti de size himmet edecektir." Doğrusu şaşırdım. Henüz Sovyetler Birliği yaşıyordu... Marksizm-Leninizm resmi ideolojiydi... İdeolojinin temeli materyalizmdi... Bu ideolojiye inanmayan bir insanın Sovyet sisteminde yükselmesi mümkün değildi. Hele bir maneviyat büyüğüne "hürmet ve himmet" kavramlarıyla yaklaşan bir kişinin Başbakan Yardımcısı olabileceğini düşünmek bile olmazdı. Ama işte Gümüşcan Hanım Başbakan Yardımcısıydı ve "Ahmet Yesevi'ye hürmet" onda "himmet" kavramını çağrıştırıyordu.
Sonradan öğrendiklerimi o anda bilseydim, şaşırmazdım. Kazakistan'ın uzun yıllar Komünist Partisi Liderliğini yapan ve ülkeyi yöneten Kuneyef'in Ahmet Yesevi'nin türbesinin yakınından her geçişinde içeri yalnız girerek "hürmet" görevini yaptığını birçok kişiden işittim. Ne oluyordu? Sovyetler Birliği döneminde neler olmuştu? Olan şuydu: "Resmi görüşe uyarak ateist görünen birçok kişi Ahmet Yesevi'nin ruhaniyetine olan bağlılıkları ve bu yolla kimliklerini korumuşlardı."
Rejim Ahmet Yesevi'yi karalıyordu. İtibarını ve etkisini ortadan kaldırmağa çalışıyordu ama başaramıyordu. Sözgelimi Özbekistan'da ve Ulu Türkistan'ın birçok yerinde kadınlar haftada bir gün evlerde toplanıyor ve "Divan-ı Hikmet"ten kıtalar okuyorlardı. Okullarda dinsizlik dersleri veriliyor ama evlerde Ahmet Yesevili dualar ediliyordu.
1993 yılında Ahmet Yesevi yılı dolayısıyla Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'a gezilerim oldu. Buralarda toplantılarda konuşmalar yaptım. Her yerde yanıma uzmanlar katıldı. Türkmenistan'da Ahmet Yesevi Hikmetlerini, çevresine topladığı gençlere ezberletmeyi "hayatının işi" haline getiren insanlar gördüm.
Tataristan ve Başkurdistan'da geçmişte de ve şimdi de Ahmet Yesevi adının ve hatırasının, hikmetlerinin ve etkilerinin dipdiri olduğunu tespit ettim.
Makedonya'da, Kalkandelen'de, Harabati Baba Tekkesinde toplanan Bektaşilerin "baba"sı olan dost, benim Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde görevli olduğumu öğrendiğinde ilk tepkisi "Ahmet Yesevi... Pirimizin piri... Hacı Bektaş Veli'nin piri..." olmuştu.
Ahmet Yesevi'nin adını bilsin bilmesin Dünya Türklüğünün tamamında ya doğrudan ya da dolaylı olarak ondan bir şeyler vardır. Gönlümüzün derinliklerinde ve dilimizin inceliklerinde biz Ahmet Yesevi'den çok şeyler taşıyoruz...
Bana gelince
Bu kitabı derlemek benim için çetin oldu. Çünkü büyük bir dava... Büyük bir insan... Olgun insan... Benim ise sadece adım Kemal, Namık Kemal "yazıcı olgun." Ama ben olgunluktan da yazıcılıktan da çok uzaklardayım.
Bu kitabı yazmadım, sadece derledim. Bahçe çok büyüktü... Güller... Çiçekler... Benim ellerim küçüktü. Takatım yetersiz... Ne kadar derleyebildiysem onu size sunuyorum. Bunlar solmayan güllerdir. Bu kitabı seven olursa, bir kere değil, sık sık okumasını dilerim. Ben öyle yapmak istiyorum. Belki birgün, derlediklerim beni etkiler de, adıma uygun olurum. Tanrı'dan ümit kesilir mi?
Değerli okuyucum, bunlar içimden gelen içten sözlerim. Sizi alkışlıyorum. Alkış doğu Türkçelerinde "dua" demek, sizden de alkış istiyorum, doğu Türkçelerindeki anlama göre... Sağ olunuz, sağlıklı olunuz. Bahtınız ve yolunuz açık olsun.
Namık Kemal ZEYBEK
Allah'a giden yol
İnsanoğlu'nun yaşarken ulaştığı en yüce yükseliş Mirac'dır. Mirac, Allah elçisinin Allah'a eriştiği andır. Orada "an" var mıdır, yok mudur? Zaman hala orada mıdır? Bilmiyoruz. Bildiğimiz, Allah, elçisi ile "ses ve harf aracılığı" ve başka bir aracı da olmadan doğrudan görüşmüştür. Kur'an ayetlerini getirmekte aracılık yapan Cebrail adlı ulu melek bile Yüce Muhammed'in vardığı noktaya varamamış, "yanarım" demiştir.
Allah'ın elçisi, elçi olmadan önce, yıllarca Hıra mağarasında derin düşünceler içinde Varlığın sırlarını sorguladı ve Mutlak Varlığı aradı. Elçi'nin Elçi olması, Cebrail ile görüşmesiyle gerçekleşti. Emin adamdı... Doğruydu... Düzgün yaşıyordu... Putlara tapmıyordu. Cahil arapların adetlerine uymuyordu. Bildiğince Tek Tanrı'ya tapınıyordu. Bütün bunlardan sonra Allah, Elçisine elçi göndermişti...
Mirac ise ulaştığı, ulaşabildiği ve ulaşılabilecek en yüce dereceydi. Nasıl ulaşmıştı bu dereceye? Hangi işi, hangi ibadeti, hangi eylemi ile?
Allah, Elçisine kendisi ile elçisiz doğrudan görüşme fırsatını niçin vermişti? O'nu en yüce noktaya, Cebrail'in bile yücelemediği noktaya niçin yüceltmişti?
Ve hemen can yakıcı ikinci soru... Yüce Muhammed'in yolundan gidenlere de aynı yücelik verilecek mi? Yani Allah'ın didârı, cemali, Allah ile kavuşma, O'na inananlar için mümkün mü? Mümkünse nasıl, hangi yol ve hangi yöntemle?
Bu soruların karşılığını Ahmet Yesevi, Hikmet'inin hemen başında veriyor.
Sözü söyledim, kim isterse Allah'ı görmek
Canını canına bağlasın, damarlarını eklesin
Garip, yetim, fakirlerin gönlünü alsın.
Bütün gücünü toplayıp, çabalarını tek hedefe yöneltip, gariplerin, yolda kalmışların, yetimlerin, anasız babasızların, fakirlerin, yoksulların yardımına koşanlar, işte onlar, Allah'a ulaşmak yoluna girmiş olanlardır.
İşte Hikmet:
Garip, fakir, yetimlerle Elçi ilgilendi
O gecede Mirac oldu Allah'ı gördü
Döndü geldi yine fakirlerin halini sordu.
Sorunun karşılığı çok açıktır. Allah Elçisi'nin Mirac'a ulaşması insanların garipleriyle, fakirleriyle, yetimleriyle ilgilenmesiyle oldu. Öyleyse sen de Allah'a yücelmek istiyorsan işte yöntem:
Nerde görsen gönlü kırık merhem ol!
Öyle mazlum yolda kalsa hemdem ol!
Mahşer günü dergahına mahrem ol!
Akıllı isen işte bir Hikmet daha:
Akıllı isen gariplerin gönlünü al
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetimleri ara.
Divanı Hikmet'in yapraklarında ilerlemeği sürdürelim:
Garip, fakir, yetimleri sevindir
Aziz canını parçalarcasına çalış
Yemek bulursan canın ile konuk eyle
Hak'tan işitip bu sözleri söylüyorum.
Hikmet:
Garip, fakir, yetimleri kim sorarsa
Razı olur ol kulundan Yüce Allah
Ey habersiz, sen sebepsin, kalanı sırdır
Hak Mustafa öğüdünü söylüyorum.
Hikmet:
Resul önüne bir yetim gelmişti
Garip ve müptelâyım demişti
Acıdı Resul onun haline
İstediğini verdi eline
Resul dedi ben de bir yetimim
Yetimlik ve gariplikle yetişdim
Muhammed dedi ki kim ki yetimdir
Biliniz o benim has ümmetimdir
Yetimi görseniz incitmeyiniz
Garibi görseniz küstürmeyiniz
Ahmet Yesevi'ye göre Yüce Muhammed'in yolunda, İslam dininde "en büyük, en yararlı ve en çabuk erdirici ibadet, insana hizmettir" ama ihtiyaçlı olana yani "garip, fakir, yetim olan insana hizmettir." desem ne dersiniz?
Der misiniz ki: "Ahmet Yesevi'nin hikmetlerine göre öyle olduğu anlaşılıyor. Bakalım Yüce Muhammed ve Yüce Kur'an ne söylüyor?"
Buyurun, kudsi hadis:
"Allah dedi ki:
- Ey insan hasta oldum, ziyaretime gelmedin.
İnsan sordu:
- Ey Rabbim sen alemlerin Rabbisin... Seni nasıl ziyaret edeyim?
Allah buyurdu:
- Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu; ama sen onu ziyaret etmedin; eğer onu ziyaret etseydin; Beni yanında bulacaktın.
Allah dedi ki:
- Ey insan. Açtım, doyurulmamı istedim; beni doyurmadın.
İnsan sordu:
- Ey Rabbim ben seni nasıl doyururum? Sen alemlerin Rabbisin.
Allah buyurdu:
- Falan kulum senden yemek istedi; sen yedirmedin... Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın.
Allah buyurdu:
- Ey insan su istedim; vermedin.
İnsan sordu:
- Ey Rabbim sana nasıl su vereyim? Sen alemlerin Rabbisin.
Allah buyurdu:
- Falan kulum senden su istedi; vermedin. Ona su verseydin; Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?"
Evet, bu bir kutsi hadistir. Yüce Elçi, Allah'ın vahyettiğini kendi sözleriyle bize anlatmıştır. Bunu da anlayamadık mı? Hasta, aç, susuz insanın gönlünü almak "Allah'a yakın olmanın en kestirme yoludur".
Şimdi can alıcı sorunun karşılığına sıra geldi:
"İslam dininde en önemli ibadet, insana hizmet" diyorsun? Peki İslam'ın ana kaynağı Yüce Kur'an ne söylüyor?
Önce namaz suresi dediğimiz ve sık sık okuduğumuz "el-Mâun" suresinden başlayalım. İnançsızların ve inançlı gibi görünen yalancıların durumlarını anlatan el-Mâun suresi... Ne imiş onların durumları:
"Din gününü yalan sayanı görüyor musun? İşte yetimi itip kakan; yoksulu doyurmayı özendirmeyen odur...
Yazıklar olsun o namaz kılanlara... Onlar namazlarından gafildirler... Onlar gösterişçilerin tâ kendileridir... Zekâtı da menedenler onlardır."
İşte Yüce Kuran'a göre münkir ve münafığın özellikleri:
1- Yetimi itip kakmak
2- Yoksulu doyurmayı özendirmemek
3- Namazdan gafil olmak
4- Gösterişçi olmak
5- Zekâtı menetmek.
Görüyor musunuz? Beş özellikten üçü garip, fakir, yetimlerle ilgili... Peki el-Beled suresinin 10-17 ayetleri ne söylüyor:
"Biz ona iki yol gösterdik
Fakat o sarp yokuşa saldıramadı
Nedir sarp yokuş biliyor musun?
Köleleri hürriyete kavuşturmaktır.
Açlık günlerinde açları doyurmaktır.
Yakındaki yetime
Toprakta sürünen bir yoksula
Sonra da iman edenlerden birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır."
Daha var mı? Elbette var. İşte el-İsra 26. ayet:
"Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver."
İşte en-Nur 22. ayet:
"Sizden erdem ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere vermekte kusur etmesin."
İşte Bakara suresi 83. ayet:
"... Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın..."
İşte en-Nisa 36. ayet:
"Allah'a ibadet edin, ona eş koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, gariplere, emriniz altındakilere iyilik edin."
Denilebilir ki; Yüce Kur'an'da böyle daha bir çok ayet var. Ama insanlara yardımcı olmanın Allah'a ulaştıracağına dair ayet nerede?
Buyrun er-Rûm suresine; işte 38. ayet:
"Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna hakkını ver. Bu ALLAHIN CEMALİ'ni dilemekte olanlar için hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olacaklardır."
Ayet çok açık değil mi? ALLAHIN CEMALİ'ni dileyenler, yani ALLAHA ULAŞMAK ve ONU GÖRMEK isteyenler, yani kendileri için Mirac talebinde bulunanlar, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını verecekler. Yüce Kur'an "hak"larını ver diyor. Yani verilen onların hakkı olandır. Yüce Kur'an güvence veriyor. Diyor ki: "Onlar korktuklarından emin olacaklar; umduklarına erişeceklerdir."
Yine Yüce Kur'an'a bakalım. el-İnsan ed-Dehr suresi:
"Sevdiklerinden vererek yoksulu, yetimi, tutsağı doyururlar. Biz ancak Allah'ın cemali için yediriyoruz, sizden karşılık da beklemiyor, alkış da..."
Ne diyordu Ahmet Yesevi atamız Hikmetli Divanında:
"Kim Allah'a ulaşmak istiyorsa... Garip, yoksul, yetimlerin gönlünü alsın..."
Allah'a aşk ile ulaş
Allah'a ulaşmak, Allah'a erişmek, Allah'a yücelmek, Allah ile buluşmak... Din yolunda olan insanın en yüce ereği... Yani AŞK...
AŞK'ı veren de yüce ALLAH...
Hikmetler Divanı'nda en çok söylenen sözdür. AŞK...
"Yüce Allah aşıklara verdi aşkını
Şükürler olsun yanıp tutuştum ben de
İki âlem gözlerimde haşhaş tanesi
Görünmedi yalnız Hakk'ı sevdim ben de
Candan geçdim yalnız Hakk'ı cana kattım
Ondan sonra derya olup taştım ben de
Mekansızlığı seyrederek mâna açtım
Dünya, ukba yüzbin defa boşadım ben de."
Aşk Allah'a ulaşma coşkusu... Aşk'ın amacı ALLAH... Amaç sonsuzluk olunca AŞK'ın kendisi de amaç:
Aşk yolunda yok olayım Hak bir ve var
Ne eylersen âşık eyle ey Allah'ım
Aşk gelince neler olur?
"Aşkın kıldı şeyda beni
Cümle âlem bildi beni
Kaygım sensin dünü günü
Bana sen gereksin sen."
Aşk olmayınca ne olur?
"Aşksızların ne dini var ne imanı
Allah Elçisinin sözleri anlam kaynağı
Nasıl desem anlayan bilen hani
Bilmeyene desem gönlü katı olur."
Aşk anlatmakla anlaşılır işlerden değil... Aşk'ın tadından kokusundan birşeyler gelmese ne anlarız Aşk'tan... Aşk'ı duymak ve yaşamak gerek...
"Aşıkların bildiklerini halk bilemez."
Aşıklar nefslerini öldürür ve Allah'ta dirilirler. Aşıklar sonsuzluk sırrı içinde yok olarak sonsuzluğa ulaşırlar. Bunun için de âşıklar ölmezler...
"Gerçek aşıklar diridirler ölmezler
Ruhları da yer altına girmezler
Zâhid âbid bu anlamı bilmezler
Gerçek aşıklar halkın Hızır'ıdırlar."
Aşkın Kaynağı Nedir?
Aşk gelince mi BİRLİK BİLİNCİ doğar, BİRLİK BİLİNCİ mi AŞK'ı oluşturur. İkisi de olur. Bir gerçek var... AŞK ile BİRLİK BİLİNCİ bir arada olur.
Nedir Birlik Bilinci?
İnsanoğlu her zaman ve zeminde kendisini var eden ve yöneten bir VARLIĞIN var olduğunu bilmiştir. BAZEN TEK TANRI, BAZEN ÇOK TANRILAR, BAZEN YILDIZLAR, BAZEN AY, BAZEN GÜNEŞ...
TANRI anlayışları içinde doğruya en yakın olan TEK TANRI inancıdır. "Doğruya en yakındır" çünkü akla, mantığa, bilimlik yaklaşıma en uygun olanıdır.
Birden çok KUDRET'in elinde varlık ne olurdu? Karmaşadan başka ne ortaya çıkardı. Bakınız Varlığın sonsuz düzenine... İşte TEK TANRI inancının kaynağı...
"TEK TANRI inancı doğruya en yakındır" diyorum. Doğru olan ise TEK'in yani SONSUZLUĞUN yani BİR'in TANRI olduğu anlayışıdır.
SONSUZ olandır ALLAH... Allah'tan başka varlık olsa ALLAH sınırlanmış olur. Her şey ALLAH'tandır. Gerçek VAR OLAN sadece ALLAH'tır. Allah'tan başka var dediklerimizin varlığı mecazidir, izafidir, görecelidir. Gölgenin varlığı gibi...
İşte AŞK... Mecazi olan ama Mutlak'tan gelen İNSAN'ın Mutlak'a geri dönmek coşkusunun adı...
Fenafillah dedikleri, Allah'ta yok olma ve ALLAH ile sonsuzluğa ulaşma halidir. SONSUZ güzellik, SONSUZ iyilik, SONSUZ hoşluk, SONSUZ hoşnutluk, SONSUZ DİNGİNLİK, SONSUZ mutluluk... Sonsuz boyutta sonsuzluk...
Bakınız bu coşku ile Ahmet Yesevi'nin dediğine:
"Baştan geçtim, candan geçtim hem imandan
Bir ve Var'ım cemalini görür müyüm?"
Peki bu dörtlük ile ne diyor ki:
"Gerçek dertliye benim ilaç benim derman
Hem âşıkım, hem aşık olunan benim canan
Rahmet eyleyim, adım Rahman, zâtım Sübhan
Bir nazarda içlerini safâlı kıldım."
Aşık kim? Kim maşuk? Kim kime aşık olmuş? Kim Enel-Hak demiş, kim sübhani, sübhan benim... Bu iş ince iş, düz mantığı aşan iş... İşte Hikmet:
"Canı gördüm cananda
Aşkı gördüm meydanda
Aşıkların meydanı
Cümle bostan içinde
Eri gördüm erleştim
İstediğimi sordum
Her şey sendedir, dedi
Kaldım hayret içinde
Miskin Hoca Ahmet cânı
Hem gevherdir hem kaynak
Cümle O'nun mekânı
O mekânsızlık içinde."
Ayık olalım ve anlayalım ki, biz Panteizm'den söz etmiyoruz. Hatta dediğimiz Vahdet-i Vücut da değil... Hallacı Mansur'un dediğini, biz demiyoruz. Ama Mansur'un dediği doğruydu Hallac için...
İşte Hikmetler:
"Mansur der: 'Enel Hak' erenler işi, doğru.
Mollalar da: yanlış, gönlüne kötü gelip
Söyleme Ene'l Hak, kafir oldun Mansur der
Kur'an içinde budur deyip öldürdüler taş atıp
Bilmediler mollalar Enel Hak'kın manasını
Zahir ehline hal ilmini Hak görmedi münasip."
Mansur aşk şehididir:
"Şeyh Mansur öz başını darda gördü
Nur gönderdi Hak cemalini orda gördü."
Mansur'a sırlar açıldı. Mansur sırları açıkladı. Dar'a güle oynaya gitti. Vücudunu kesip biçtiler, sema ile raks ile cevap verdi. Kendisine eziyet yaptıklarını sananlara dualar etti. Herkes için iyilik istedi. Mansur darda AŞK yaşadı. Kanı ile abdest alıp AŞK NAMAZI kıldı.
Diyorum ki, AŞK ince iştir. İşin doğrusunu ALLAH bilir. Sonsuzluğu ancak sonsuzluk anlar.
İşte Hikmet:
"Evvel Hu, Ahir Hu deyip sarsıl
Hak cemalini göstermese ne olur
Zahir Hu, Bâtın Hu deyip yola gir
Hak cemalini göstermese ne olur."
Diyorum ki, her şey O'dur. Evvel de, ahir de, görünen de, görünmeyen de... diyordu. Ahmet Yesevi...
İhlas, içtenlik
"Önce ihlas gerek ey istekli âşıksan
Candan geçip sıkıntılar çekip sadıksan
Ondan sonra huzuruna layıksan
Layık olmadan Allah'ını göremezsin."
Böyle diyor Ahmet Yesevi... Âşıklığın ilk belirtisidir ihlas... İhlas yani din adına yaptığın her işi Allah için yapmak... Din adına yaptığın her işi severek, sevinerek yapmak... Yaptıklarının karşılığında insanlardan hiçbir şey beklememek... Dahası, dindarlığından ötürü insanların beğenisinden korkmak...
İhlasın karşıtı riya... Yani gösteriş... İyi desinler, dindar desinler diye halka din adına yaptıklarını göstermek...
Riya insan için en büyük tehlike kaynağı. İnsanların kendisini dindar bilmesinden hoşlanan; namazından, orucundan, tesbihinden, zikrinden, kılığından kıyafetinden, halinden, tavırlarından dindarlık akıtan din gösterişçileri gerçek dindarlığa ne kadar uzaktırlar. Bakınız Hikmetler Divanı'nda bunlar nasıl anlatılıyor. İşte gösterişçi dervişler:
"Candan geçmeden 'Hû, Hû' demenin hepsi yalan
Bu arsızdan sormayın soru, yolda kalan
Pir hizmetini yaparız biz dervişiz derler
Haram, mekruh ayırmaz torba doldurup yerler
Gözlerinde yaş yok zikir halkasına girerler
Görünüşleri derviştir hesap gününden korkmazlar
Kötü işler işlerler haramlardan ürkmezler
Gösteriş tesbihi ellerinde gözyaşı dökmezler."
Yine bir hikmet:
"Dervişim der halka gösteriş içinde
Riya kılar yürür orda burda
Allah için işler yapan gerçek derviş nerede
Gerçek dervişlerin yeri ıssız yerlerdir.
Kul Hoca Ahmet kulum diye söz deme
Gösterişle yapıyorsan yaptıkların boş
Şeriatta, tarikatta kazancın yok
Ahirette yalancılar ortaya çıkar."
Aşkı olanda gösteriş olmaz. Gösterişçiden âşık olmaz. Amaç ne ise ona ulaşılır. Halktan yararlanmaksa amaç, amaca ulaşılır. Hak'tan yoksun kalınır. Amaç Hak ise ona ulaşılır.
"Hakk'a âşık sadıklar tenhada olur
Tan vaktinde Hak önünde izzet görür
Cennete girer Allah'ı görür rahat içinde
Gizlidirler, halka niye gösteriş yapsınlar."
Bir de gösterişçi, yalan şeyhler var... Yalan yanlış bir şeyler öğrenir, kendilerini halka "şeyh" diye satar ve bunu bir "geçim yolu" haline getirirler. Bazen de "seçim yolu" yaparlar... En tehlikelisi de bunlardır. Gösterişçi derviş kendisini yakar. Gösterişçi şeyh ise kendisiyle birlikte başkalarını da... Gösterişçinin sözünün etkisi yoktur. Boşuna insanlara vakit kaybettirir.
Hikmet:
"Zalimlerden şikayet etme, sen zalimsin.
Gösterişçisin, sözlerinin yok etkisi...
Dünya malını yığarsın doymaz gözün.
Böylelerinin yeridir Siccin cehennemi..."
İşte sahte şeyhlerin belirtileri:
"Ahir zaman şeyhleri süslerler dışlarını
İçtenlikten uzaklar bozuktur içerleri
Keramet diye satar gaflet düşlerini
Gösterişle halka kendilerini satarlar."
Ve işte bir başka halleri:
"Çekiştirme ağı kurdun halkı yoldan azdırdın
Şeyhlik iddia ettin, gösteriş alıp sattın
Şeytanla işler yaptın birlikte devran sürdün
Sana ne diye, yüzünü göstersin."
İşte halk için en büyük tehlike... Hakk'a rakip olanlar... Allah yerine şeyhe tapma sapmasına karşı uyanık olunmalı... İnsanlara kendisini şeyh diye tanıtıp kendilerine hizmet ettirenler, halkın dünyasını da, ukbasını da bozarlar. Bunun adı şirktir. Allah'a eş koşmaktır. Tasavvuf yolunun en tehlikeli sapma noktalarından birisidir. Ayaklar burda kayabilir. Sonu uçurumdur. Allah'a aşk ile ulaşmak isteyip, yol gösterici arayanlar, gerçekle yalancıyı iyi ayırmalıdırlar. Bakınız ne diyor Hikmet:
"Şeyh'im deyip iddiacı Hakk'a ortak
Benlik eyler Sübhanına olmaz yakın
Uykusuz kalan dertsizlere tabib olan
Bu dünyayı inananlara zindan eyler."
Ve işte böylelerine en şiddetli uyarı:
"Oruç tutup halka gösteriş yapanlar
Namaz kılıp tesbih ele alanlar
Şeyh'im deyip başka bina kuranlar
Son nefeste imanlarını da yitirirler."
Yani... Gösterişçinin, hayatı insanlara gösteriş yapmakla geçen şeyhlerin son nefeslerinde imanları da ellerinden gider.
"Şeyh'im" deyip başka bina kuranlara karşı uyanık olunmalıdır.
Şeyh tasavvuftaki anlamı ile maneviyat yollarından geçmiş, yolculuğunu tamamlayıp geri dönmüş ve tasavvuf yolcularına yol göstericiliği yapan insan demektir. Pir, mürşid, şeyh eş anlamlı sözlerdir.
Tasavvuf yolunda bir yol gösterici gereklidir. Çünkü yolun incelikleri vardır. Tehlikeleri vardır. Ayakların kaydığı yerler vardır. Yol gösterici bütün bu konularda yolcuyu, yani dervişi uyaracaktır.
Ancak!.. Kimi yol gösterici geçinenlerin kendileri de "tehlike" olabilirler. Geçimini yol gösterişçilikten sağlayanlar tehlikelidir... Yolculardan yararlananlar, onlarla dünyalığını düzeltenler tehlikelidir... Yolcuları çalıştırıp kendisini zenginleştirmek tehlikelidir... Yolcuları sömürmek tehlikelidir... Yolcuları ticaret ve siyaset amacı ile kullananlar tehlikelidir...
Yani "Şeyh'im deyip başka bina kuranlar" tehlikelidir.
"Merdiven, üzerinde oturmak için değil, yükselmek içindir" sözüne dikkat edilmelidir. Tasavvuf yolculuğunda yollar çeşitlidir. İnsanların yapısına ve seçimine göre yollar çeşitlenmiştir. Tasavvuf yollarına "tarikat" denir. "Yol" demektir. Tarikat vardır, olacaktır. Ama tarikat amaç değil, araçtır. Amaç durumuna getirilmesi "tehlike"dir.
Tarikat adı altında teşkilatlanmak, teşkilatı ticarette ve siyasette kullanmak tasavvuf yolunda önemli ve sık görülen bir sapmadır. Böyle olunca artık şeyh ve çevresi "yol gösteren" olmaktan çıkar, "yol kesen" olurlar...
Tarikat adı altında başlayıp, teşkilatlananlar halkın dünyasını da ahiretini de zindan haline getirirler. Sömürme kurumlarının en korkutucusu dini ve tasavvufu kullanarak kurulanlardır. Böyle oluşumlara karşı insanları uyarmak, aklı başında herkesin görevi olmalıdır.
Bakınız Fakrname'de Ahmet Yesevi böyle şeyhler için ne diyor:
"Şeyh eğer bir şey alırsa bu hak edenlere vermek için olur. Eğer alıp kendileri yerlerse murdar et yemiş gibi olurlar. Eğer giyecek alırlarsa, o giyecek eskiyinceye kadar Hak, namaz ve oruçlarını yok sayar. Eğer alıp yerlerse türlü azaba uğrarlar. Böyle şeyhlere inananlar kâfir olurlar... Böyle şeyhler lânetlidir. Onların fitnesi Deccal'dan da kötüdür. Şeriatta, tarikatta, hakikatta ve marifette bunlar dinsizdirler."
Bilmiyorum bundan daha açık ve daha ağır nasıl söylenebilirdi...
Keramete veya benzeri durumlara kanarak böyle şeyhlere bağlananların uyanmalarını dileyelim. Keramet nedir, Hind mistiklerinde, cincilerde çok daha ilerileri yok mu?
Gerçek yol gösterici, dinin dış ve iç bilgilerinden bilgin ve uygulayıcı olmalıdır; yolculuğunu tamamlamış olmalıdır; kendisine başvurularda hiçbir şekilde yararlanmağa kalkışmayan olgun kişi olmalıdır. Yolsoyu bilinen olmalıdır. İnsanları örgüleyip yararlanmak ticarette ve siyasette kullanmağa kalkanlardan olmamalıdır.
Yani, olgun yol gösterici olmalıdır.
Yani ihlahsız riyacıdan, gösterişçiden ne derviş olur, ne mürşid, ne de iyi Müslüman...
Melamet
Allah aşkı ile Allah'a ulaşmak için yola çıkanların en büyük korkusu, hedefi şaşırmaktır. Hedefi şaşırmak çok kolaydır. Çünkü nefs her an uyanıktır. Yola girenlerin halkın övgüsüne, ilgisine kapılıp Hak'tan uzaklaşmaları tehlikesi vardır. İşte melamet anlayışının kaynağı... Melamet "kendini aşağı görme ve halkın aşağılamasını istemek" diye anlatılabilir. Kendini beğenmemeli ve halkın da beğenmemesini sağlamalı ki; "büyüklenme ve gösteriş" tuzaklarına düşüp Hak yolundan uzağa düşülmesin...
"Ey derviş ibadet edersin büyüklenme ve gösterişle
Can ve gönlün dünyalıkta sözlerinde dillerinde ah ile vah
Can verirken olacaksın iman nurundan ayrı
Dışın dervişe benzer ama Müslüman değilsin."
İyi anlayalım ki: "Melamet" hem kendine ve hem de başkalarına karşı olur. İbadetiyle, dindarlığı ile kendi kendine böbürlenmek ve kendini beğenmek de bir başka tehlikedir.
Bakınız ne söylüyor kendine Hoca Ahmet:
"Kul Hoca Ahmet sen kötülerin en kötüsü
Herkes buğday oldu sen samansın saman
Yoldan sapan günahlıların en cahilisin sen
Gelin toplanın zikreden kullar zikredeyim sizinle."
Yine Hikmet:
"Saç sakalım güzel ağardı gönlüm kara
Mahşer günü rahmetmezsen halim kötü
Sen bilirsin amelim yok günahım çok
Cümle melek yanlışlarımı biliyor dostlar."
Ahmet Yesevi yüz yirmi altı "hicri yıl" yaşadı. Yüzyirmibeş yaşı için diyor ki:
"Erenlerden feyz ve fetihler alamadım
Yüzyirmibeşe girdim bilemedim
Hakk'ı teala ibadetlerimi yapamadım
İşitip okuyup yere girdi Kul Hoca Ahmet."
Nefs insanın içindeki şeytanı , yani yoldan azdıranıdır. Nefsin besin kaynaklarından biri de "kendini beğenmek ve başkalarının övgüsünü sevme"dir. Nefsi kırmanın yolu ise melamet.
İşte Hikmet:
"Gerçek gönülde namaz kıl, Allah bilsin
Halk içinde kötü görün âlem gülsün
Toprak gibi hor görül ki nefsin ölsün
Yardım etsen nefsimi yenip ağlasam ben."
Melamet zor iş... Ancak aşk ile dayanılır. Aşıklar için melametin korkulacak yanı yok:
"Aşıklar melametten kaçmazlar
Bilmezlere gizlileri açmazlar
Anlamaza inci cevher saçmazlar."
Kuran'da İslam, içtenlikli kulluktur.
İhlas, İslam dininin aslıdır. İhlası olmayan din, İslam değildir.
İşte Zümer Suresi 3. Ayet:
"Gözünü aç halis din Allah'ındır."
Nisâ Suresi 145 ve 146. Ayetler:
"Kuşku yok münafıklar, cehennem ateşinin en aşağısındadırlar. Onlara bir yardım edici bulamazsın. Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah'a sarılanlar ve Allah için dinlerinde içtenlikli (ihlas) olanlar başka... Onlar inançlıların yanındadırlar... Allah inançlılara büyük bir karşılık verecektir."
Araf Suresi 29. Ayet:
"...O'na dinde ancak kendisine içtenlikli inançlılar olarak kulluk edin. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
Hicr Suresi 40 ve 41. Ayetler:
"Ancak içlerinden içtenlikli (ihlaslı) kullarım başka... Allah buyurdu: İşte bana ulaşan dosdoğru yol..."
Evet Allah'a ulaşan dosdoğru yolun temeli içtenlikli olmaktır. Yani ihlas; yani işlerine ibadetleri ve gösteriş ve büyüklenme bulaştırmamak...
Zümer Suresi 2. Ayet:
"Biz sana kitabı hak olarak indirdik. O halde sadece Allah için ibadet yaparak dininde içtenlikli (ihlaslı) ol."
Ayetin hükmü çok açıktır. Kuran inançlılardan ibadetlerini sadece Allah için yapmalarını, başka yollara sapmaktan kaçınmalarını istiyor.
Zümer Suresi 14. Ayet:
"De: Ben dinimi gösterişten arındırarak yalnız Allah'a kulluk ederim."
Hangi hoşgörü?
"Sünnet imiş kâfir de olsa incitme
Gönlü katı gönül kırıcıdan Allah şikayetçi
Böyle kullardır asıl cehenneme gidici
Bilginlerden işitip söylüyorum bu sözü."
Ahmet Yesevi Atamızın sözlerinin kaynağı Kur'an ve Yüce Muhammed... Yine kaynaklardan yararlanıp söylüyor... İster inançlı olsun ister inançsız... Hangi inanca bağlı olursa olsun... İnsanı incitme... İnsanları inançlarından ötürü yargılama ve üzme... Bırak isteyen bildiğine inansın, inandığınca yaşasın... İşte din ve inanç özgürlüğünün gerçekçi ve köktenci kaynağı... Bu yüce anlayış, bugün bile insanlığın ulaşamadığı bir düzeydir.
Söylemeliyiz... Ahmet Yesevi anlayışındaki bu hoşgörü asla "boşvericilik" değildir. Ahmet Yesevi inanç adamıdır. İnançlarına sıkı sıkıya bağlıdır. İnançlarını yaymağa uzun bir ömür adamıştır. Hatta hayatının anlamı inanmak, inandığını yaşamak ve inançlarını yaygınlaştırmak üstüne kurmuştur.
Ancak bu yolda zorlama yoktur. Bu yolda insanları ezmek ve hatta üzmek yoktur. Yani "inançlar için insan" anlayışı yoktur. Esas olan "insan"dır ve "inançlar da insanlar içindir" anlayışı vardır.
Yüce Yaratıcı ademoğullarını böyle yaratmıştır. Diller, renkler ve inançlar ayrı ayrı olacaktır. Bu da yaratılışın bir sırrıdır. Bu sırra saygılı olmak Yaratıcı'ya saygının bir gereğidir.
Hoşgörülmesi incitilmemesi gereken insandır. Hoşgörü, sevgi ve saygı insana gösterilecektir. Her insanla sevgi saygı ölçüleri içinde görüşme ve görüş alış verişi olacaktır.
Ancak!
Ahmet Yesevi yolundaki insan başka dinden ve inançtan insana hoşgörüyle bakarken kendi inancını ve anlayışı korumak ve yaygınlaştırmak çabalarından da hiçbir zaman geri durmayacaktır. Başka dinlerin ve anlayışların saldırılarına, çeşitli adlarla kurdukları tuzaklara karşı da uyanık olacaktır.
Ahmet Yesevi'nin doğru esaslara oturttuğu hoşgörü anlayışı müslümanlığı dosdoğru yaşayan Türk halkları ve Türk'e yakın halklar için çok değerli bir temel oluşturmuştur.
İslam'ı doğru anlayanlar için hoşgörünün kaynağı da "ana kaynak" yani Yüce Kuran'dır.
Buyurun El-Kâfirun Suresi 6. ayet:
"Sizin dininiz size, benim dinim bana."
İşte Bakara Suresi 256. ayet:
"Dinde zorlama yoktur."
Ve Yunus Suresi 99. ayet:
"Eğer Rabbin dileseydi yer yüzündeki insanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, inanmaları için insanları zorluyor musun?"
Peki öyleyse "cihat ne oluyor" mu diyorsunuz. Cihat eğer zor kullanmak ve savaş anlamında kullanılıyorsa, Müslümanlara sadece kendilerini, dinlerini ve inançlarını "savunmak" amacıyla savaş izni verilmiştir. Yani din yolunda ve savaş anlamında "cihat" sadece savunma amaçlıdır. Ondan ötesi din dışı amaçlarla yapılan savaşlara kutsallık katmak için "cihat" adını takmaktan ibarettir.
İslam tarihi diye söylenen, yöneticileri ve halkları Müslüman olan devletlerin tarihlerindeki savaşlar ise devletlerin çeşitli sebeplerle birbirlerine zor kullanarak isteklerini dayatmaları veya topraklarını ellerinden almaları amacıyla yapılan savaşlardır. Bu savaşlarda "din" kurumunun da kullanılıyor olması bu savaşları İslam dininin cihat kavramının içine sokmaz. Bu savaşlar sonunda elde edilen zaferlerle o ülkelerde müslümanlığın yaygınlaşmış olması da sonucu değiştirmez. Çünkü "işler niyetlere göredir" hükmü, İslam'ın ana ilkelerindendir ve "dinde zorlama yoktur."
Sözgelimi, Emevi sultanlarının müslümanlıklarında öyle çok fazla "ciddiyet" yoktur. Hatta Yezit örneğinde olduğu gibi müslüman olmadıkları bilinenler vardır. Amaç İslam'ı yaymak olsa önce kendi içlerinde İslam'ı yaymalı değiller miydi?...
Yani...
Yani İslam'da din bahsinde esas olan hoşgörüdür.
Yani Ahmet Yesevi bu konuyu çok açık bir şekilde anlatmış ve öğretmiştir.
Şimdi bize düşen yeniden Ahmet Yesevi anlayışındaki hoşgörüyü yaşamak ve bütün insanlığa yaymaktır. Çünkü bütün insanlığa en ivedi gereklilik budur...
Yesevi yolunda kadın nerede?
Divanı Hikmet'te yer alan ve Yusuf Beyzâvî adlı bir şairin yazdığı anlaşılan bir manzume var:
"İşittiler Baba Mâçin o zamanda,
Ahmet adlı bir şeyh çıkmış Türkistan'da.
Sohbet kılmış kız ve erkek ile orda,
Men etmeğe Türkistan'a geldi dostlar.
Geldi ise gördü o meşayıhı...
Sen misin o şeyh, azdırıcı insanları?
Hem de azan şaşkın benim sen bil bunu
Deyip Hazret ona cevap verdi dostlar."
Anlaşılan ve anlatılan Ahmet Yesevi'nin toplantılarında kadınlar ve erkekler birlikte otururlardı. Bunu din anlayışlarına aykırı bulanlar, "celalli ve kerametli bir kişi olan" Baba Maçin'i önleyici olarak Türkistan'a gönderirler. Baba Maçin kendinden, ilminden, davasından, gücünden ve kerametinden emin... Ahmet Yesevi'nin huzuruna çıkar ve nasihate başlar. Hikayenin devamında Yusuf Beyzâvî, Baba Maçin'e kavrayacağı dilden konunun anlatıldığını anlatıyor. Öyle veya değil ama anlaşılan Baba yanlışını anlıyor:
"Baba Maçin o zaman dedi Ey Ahmedim!
Gelmeseydim rezil olacaktım halklar arasında.
Ölecektim bu durumda ben de.
Ağlayarak halini anlattı dostlar.
Atanın gücünü artık anladı.
Riyazeti yaptırılarak yola sokuldu.
Ata ile üç defa halvete girdi.
Mûrat maksat pirden imiş bilin dostlar."
Baba Maçin'in yanlışını anlayıp, doğru anlayışa ulaşıp, doğru yola girdiği anlaşılıyor. Dileyelim, bütün Baba Maçinlere de bu uyanıklık ulaşır.
Baba Maçin'in Yesevi yoluna girmeden önce kadınların evden dışarı çıkmaması, çıksalar da erkeklerle bir arada bulunmamaları gerektiğine inandığı belli... O zamanda da bu zamanda da Müslümanlığı böyle anlayanların az olmadığı da biliniyor... "İslam'da Kadın" en çok tartışılan konulardan biri...
Yesevi yolunda kadın ve erkeğin birlikte oturduğu, birlikte sohbet halkasına girdiği, birlikte ibadet, birlikte zikir yaptıkları da yine bilinenlerden...
Acaba İslam'da durum ne?
Sanıldığı gibi Ahmet Yesevi, Türk töresinin gereğini yapmak, Türkler arasında İslam'ı yaymakta zorlanmamak için İslam kurallarından sapmış mıdır? Yoksa İslam'a bulaştırılmış ve kural durumuna getirilmiş Arap kültürünün etkilerinden kurtulmuş bir "saf İslam"ı mı uygulamıştır.
"Saf İslam"ı anlamanın en doğru yolu Yüce Muhammed'in dönemine bakmak değil midir? Dr. Rıza Savaş'ın "Hazreti Muhammed Devrinde KADIN" adıyla yayınlanan doktora tezinden seçtiğim bazı bölümleri birlikte okuyalım:
"Hazreti Peygamber, kendisini görmeye gelen kadınlara iltifat eder, onlarla yakından ilgilenir, hal hatırlarını sorar, hatta bazen oturmaları için cübbesini yere serdiği ifade edilir."
"Hazreti Peygamber'in hastalanan Müslüman kadınlarla ilgilendiği, hatta evlerine kadar gidip, geçmiş olsun dediği ifade edilir."
"Hazreti Peygamber'in gayri müslim kadınlara da iyi davrandığını söylemeliyiz. Mekke'den Medine'ye gelen ve Müslüman olmadığını açıklayan bir kadına yardım eden Hz. Peygamber..."
"Hazreti Peygamber'in inanmayan kadınları dine girmeye zorlamadığı, hatta en zayıf durumdaki esir kadınları bile iman konusunda, tam bir fikir hürriyeti içinde karar vermeleri için serbest bıraktığını söylemeliyiz."
"Hazreti Peygamber devrinde yaşanmış Cuheyre Kabilesinden Havle (Ummu Subeyye) bint Kayş abdest alırken Hazreti Peygamber'le beraber aynı kabdan elleriyle su aldıklarını rivayet eder. Hazreti Hatice'nin Hazreti Peygamber'le beraber Kabe'de ve Kabe dışında namaz kıldığı rivayet edilir."
"Hazreti Peygamber kadınların mescide gitmelerinin engellenmemelerini emreder. Hatta gece namazları için mescide gitmeğe izin isteyen kadınlara bunun sağlanmasını ister."
"Hazreti Ömer Atike'ye evlilik teklif eder. Atike, mescide gitmesini engellememesi ve dövmemesi şartlarını kabul ederse onunla evleneceğini söyler. Hazreti Ömer bu şartları istemeyerek kabul eder ve Atike ile evlenir. Namazlarını mescitte cemaatla kılmaya devam eden Atike, kocası Hazreti Ömer hilafetinin sonunda mescitte vurulurken bile orada bulunuyordu."
"Hazreti Peygamber devrinde kadınların ve kızların, vakit namazları ve Cuma namazlarından başka bayram namazlarına da katıldıkları anlaşılmaktadır."
"Hazreti Peygamber Ummu Varaka binti Abdillah bin El Haris'i evinin (veya) mahallesinin halkına imamlık yapmak üzere görevlendirir... Ummu Varaka bu görevi Hazreti Ömer devrinde kendi köle ve cariyesi tarafından öldürülünceye kadar yürütür. Hatta Ummu Varaka'nın bir de erkek müezzini olduğu rivayet edilmektedir."
Yani rivayet ediliyor ki kadın ve erkeklere kadından imam, erkek de müezzin olabiliyordu. Yüce Muhammed'in Ummu Varaka'dan başka kadınları da imam olarak görevlendirdiği biliniyor. Kadınların toplum içindeki durumlarını ortaya koymak bakımdan Sayın Ayşe Sucu'nun "Diyanet ve Kadın" adlı yazısından bir bölümü okuyalım:
"Mesela, Hazreti Peygamber döneminde çarşı pazar işlerini düzenlemekle görevlendirilen, çarşı pazar dolaşarak iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve aksi hareket edenleri cezalandırdığı zikredilen Şifa bin Abdillah adındaki bir kadın, bugünkü anlamda bir denetleme ve zabıta görevi yapmaktaydı. Bu olay kadının sosyal ve idari hayatta üstlenebileceği rol açısından tarihi bir hadisedir. Hazreti Peygamber döneminde, güvenirlilik, ehliyet, icra yeteneği, estetik ve ahlaki yapı yönünden kadın-erkek ayrımı yapılmadan, iş ehline verilmekteydi. Ne var ki, tarih bugüne doğru hep böyle akıp gelmemiştir. Tarihi doğru okumak ve eleştiri süzgecinden geçirmek, elbette bizim görevimiz olmalıdır."
Tarihi okumak ve dini olanla tarihi olanı birbirinden ayırmak... İşte, saf İslam'ı arayanlar için, bir altın açacak...
Hazreti Peygamberin anlayışında bugünkü yaygın anlayışa ve uygulamalara nasıl gelindiğini anlamak için, İslam'ın ilk geldiği Arap toplumunun anlayışını bilmek gerekir. Bilinir ki hiçbir din içine geldiği toplumun kültür birikiminin etkilerinden kendisini koruyamaz. Arap toplumunun kadına bakışı, erkek bakış açısıyla birleşince ister istemez İslam, kadın konusunda başlangıcından ayrı bir yere gelmiştir.
Arap toplumunun kadına bakışını anlamak için çok derin incelemelere gerek yok. Babaların; kız olduğu için utandıklarından veya geçim korkusundan, kız çocuklarını diri diri kuma gömdükleri bir toplumun kadına bakışını başka nasıl anlayabiliriz.
Bir de analara bakalım. Yine Dr. Rıza Savaş'ın kitabından:
"Zühre B. Kilab peş peşe üç erkek çocuğu öldüğü için, sonra doğan kızını diri diri toprağa gömer."
Kuranı Kerim'de En-Nahl Suresi 58-59 ayetlerde bu durum anlatılır:
"Onlardan biri kız çocuğunun doğduğunu öğrenince yüzü simsiyah kesilir, bu kötü haberden ötürü, alçalmış bir şekilde onu elinde tutma, yahut toprağa gömme endişesi ile toplumdan gizlenirdi."
Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz "Kuran'da Kadın Hak ve Özgürlüğü" adlı kitabında "O dönemde (İslam'dan önce) yaşayan Araplar kız çocuğu dünyaya gelince, bazen bunun sıkıntısından, evlerini terk ederlerdi. Bu konu Arap edebiyatında yer almıştır" diyor.
Tanrı Elçisi'nin en çok üzerinde durduğu ve önlemeğe çalıştığı bu insanlık dışı uygulamanın İslam'ın gelmesiyle ortadan kalktığı bellidir. Ancak Arap toplumunda kadına bakışın toptan değişmediği de bellidir. Geçen zaman içinde ortak zihniyet yorumları, birbiri arkasına ekleyerek bu konuda yeni bir Müslümanlık anlayışı ortaya koymuştur. Bunun iç açısı olmadığı ortadadır.
"Hadislerle Hazreti Peygamber ve Eshabının Yaşadığı Müslümanlık" adıyla Türkçeye çevrilen eserinde M. Yusuf Kândehlevi'nin değişik kaynaklardan yararlanarak anlattığı bir olayı geliniz birlikte okuyalım:
"Hazreti Ömer minbere çıkarak dedi ki: Sakın kadınların mehirlerini artırmayın. Kimin Resûlüllah'tan veya ona verilenden fazla mehir verdiğini duyarsam, fazlasını alır beytûlmale korum."
Minberden indikten sonra bir kadın itiraz ederek:
- Ey müminlerin emiri! Allah'ın kitabı mı yoksa senin sözün mü uyulmağa daha layıktır, diye sordu.
- Hazreti Ömer:
- Allah'ın kitabı ne diyor? Dedi.
- Biraz önce Müslümanların kadınlara fazla mehir vermelerini yasaklamıştın. Halbuki Allahü Teâlâ Kur'an-ı Kerim'inde: Bir zevce yerine başka bir zevce almak isterseniz, birine bir kantar altın vermiş olsanız bile, hiçbir şeyi geri almayın, buyurulmaktadır.
Bunun üzerine Hazreti Ömer iki üç defa:
- Herkes dini Ömer'den iyi anlıyor, dedi. Sonra dönüp tekrar minbere çıktı ve halka hitaben:
- Ben kadınlarınıza haddinden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. Şimdi ise isteyen, malından istediği kadarını versin, dedi.
"Mehir" evlenme anlaşması sırasında erkeğin kadına verdiği veya verme sözü verdiği, mal, para veya hizmetin adıdır. Boşanma durumunda geri alınmaz; verilmemişse verilmeden boşanma gerçekleşmez.
Olayları gelin birlikte inceleyelim:
- Hazreti Ömer döneminde bile kadınlar erkeklerle birlikte mescittedirler.
- Kadınların da devlet başkanına itiraz hakları vardır.
Öte yandan bu olay bile kadınlara karşı kurallar geliştirmenin bir örneğidir. Ya kadın Hazreti Ömer'e itiraz etmeseydi ne olurdu? Olacak şey bellidir. Hazreti Ömer'in hükmü fıkıhta nas haline gelir ve günümüze kadar sürer giderdi. Nitekim böyle örnekler vardır... Çok merak edenler Kur'an-ı Kerim'deki boşanma hükmü ile fıkıhtaki boşanmanın farkını ve bu farkın kaynağını araştırabilirler...
Kadını dışlayan bir toplum hayatı çağın gelişmesini yakalayabilir mi? Kadın ile erkeğin birbiriyle karşılaşmamasını amaçlayan bir anlayıştaki toplum, ruh sağlığını koruyabilir mi?
Sayın Yavuz'un eserinde, başka bir açıklama ise çok bilinen bir gerçeği tekrarlıyor: "Eski Türkler'de İslam'dan önce kadın, erkeklerle beraber bütün haklara sahipti. Kadın erkeklere hizmet eden bir varlık olarak kabul edilmez, onunla birlikte çalışır, yöneticilik yapar, sorumluluk paylaşır, toplantılara katılır, bir taraftan da ev işlerini yürütürdü. Hatta bazen ülke yönetimine kocalarıyla birlikte ortak olur, bazen de hükümdar olabiliyordu."
Ahmet Yesevi'nin yaptığı dün doğruydu. Türk Töresi'ne de "Saf İslam'a"da uygun olandı. Bugün de doğrudur, yarının doğrusu da budur...
Emek sömürüsü yok
Fakrname adıyla yayınlanan kitap Yesevi Yolu'nun değerli kaynaklarından biridir. Burada Ahmet Yesevi yalancı şeyhlerin niteliklerini anlatırken diyor ki:
"Onlar müritlerinden bağış alırlar, eğer müritleri vermese çekişirler ve derler ki: Senden şikayetçiyim, Allah da senden şikayetçi. Gerçek şeyhler eğer bağış alırlarsa sadece hak edenlere, gariplere, çaresizlere verirler. Eğer kendileri alıp yerlerse leş yemiş gibi olurlar. Eğer alıp giyim yaparlarsa Hak Teala onların ibadetlerini kabul etmez. Onlar cehennem azabına uğrarlar. Kim böyle şeyhlere gönlünü kaptırırsa, dinden de çıkar. Böyle şeyhler lanetlidirler. Onların fitnesi deccalden de kötüdür. Onlar şeriatta, tarikatta, hakikatte ve marifette dinden çıkmış sayılırlar..."
Anlamalıyız ki burada "şeyh" diye sözü edilen dinde yol göstericilik iddiasıdır. Din büyüğü bilinip, insanları çevresine toplayıp, onlardan yararlanan herkes bu değerlendirmenin içindedir.
Hikmetler içinde yer alan ve Yesevi yolunun bu konudaki hükmünü çok açık ortaya koyan bir hikmet:
"Derviş olup nefs için her dem kapıya bakarsın
Bağış verecek mi diye her kişiye bakarsın
Allah'ın lanetini boynuna her an takarsın
Görünüşün derviş de asla müslüman olmadın."
Çok açık olarak bellidir... Şeyhliği, din önderliğini, ya da din yolunda öğrenciliği geçim (veya seçim) aracı yapmak, inançlılar için çok tehlikeli bir iştir. Böyle insanlara bağlanmak ise bir o kadar tehlikelidir. Sonunda "inancı da, dünyayı da, öte dünyayı da yitirmek"ten daha tehlikeli ne olacaktır.
Ahmet Yesevi'den öğrenerek diyorum ki, müslümanlar bu işlerde son derece dikkatli, ayık ve uyanık olmalıdırlar.
Bilinmelidir ki, "şeytanın en etkili tuzağı din adına kurduğu tuzaktır."
Nasıl mı uyanık olunacak? Ölçü belli değil mi? Hangi şeyh (veya din yolu önderi) kendisine bağlananları örgüleyip ticari veya siyasi güç haline getiriyorsa onlardan uzak durulacaktır. "Filancılara veya falancılara milletvekili aday listelerinden yerler vererek onların desteğini dilenen siyaset adamları ne olacak" derseniz ne diyebilirim... Onların da bu işlerden caymasını, tövbe edip bir daha işlememelerini dilerim.
Ahmet Yesevi binlerce öğretmen yetiştirip, Türk Dünyası'nın her yerine gönderirken, kendisinin ve çoluk çocuğunun geçimini; ürettiği tahta kaşık ve kepçeyi satarak sağlıyordu... Daha ne diyelim...
Bir de şu kaşık işine dikkatimizi verelim mi? Dokuz yüzyıl önce müslümanlar kaşıkla yemek yesin diye kaşık yapan Ahmet Yesevi nerede; bugünkü çağda bile elle yemeyi sünnet sananlar nerede?
Yesevi yolunda dünyaya tapmak yok... Ama üretmekten, çalışmaktan kesilip dilencilik de yok.
Hikmet:
"Derviş olmayıp neylesin, evde yapacak işi yok.
Dervişim der durur da halka verecek aşı yok.
Ah vah eder de gözünde damla yaşı yok.
Görünüşün derviş de asla müslüman olmadın."
Yani...
Yani kişioğlu önce çalışacak, üretecek, halka aş verecek... Sonra halka gösteriş yapmayacak... Allah için Allah yolunda olacak...
Yesevi yolunun büyük ustası Yunus Emre ne demişti:
"Çalış kazan ye yedir
Bir gönül ele getir
Bin kâbeden iyirektir
Bir gönül ziyareti."
Yolun temeli bilimdir
Ahmet Yesevi Yolu "Tanrı'yı BİR bilmek" ile BİLİM arasındadır. "La ilahe illallah", yani "Allah'tan başka ilah yoktur"... Din ancak BİLİM'le tamamlanır.
"İslam'ın şartı beş" çokça söylenen bir söz... Söylene söylene artık kesin hüküm durumuna gelmiş. "Allah'ın birliğini, Muhammed'in elçi olduğunu bilmek... Namaz... Oruç... Hac... Zekat..." Gerçekte ise Hac ve Zekat sağlığı ve baylığı uygun olanlar için... O zaman yoksullar için "İslam'ın şartı üç" mü?
Ahmet Yesevi Yolunda şeriatın, yani dinin dış ölçülerinin şartı 10'dur. Bakınız nasıl kapsayıcı bir tanımlama...
*Allah'ın birliğini ve Muhammed'in elçiliğini bilmek ve inanmak...
* Namaz
* Oruç
* Hac
* Zekat
* Yumuşak söylemek
* Dini; Tanrı Elçisinin yolundan yaşamak
* İyiliği dilemek
* Kötülüğü önlemek
* BİLİM'le uğraşmak
Yumuşak söylemek niye dinin 10 temelinden birisi olsun sorusunun cevabı, Yüce Kur'an'ın Ali İmran Suresinin 159. Ayetinde: "Allah'tan bir rahmet sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Kaba saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle giderlerdi. O halde onları bağışla, onlar için bağış dile ve yönetim konusunda onlara danış."
Bilime gelince...
"Bilim öğrenmek; kadın ve erkek her Müslümana farzdır" sözü Yüce Muhammed'in sözüdür. İnsanlığın en büyük bilginlerinden Türkoğlu Türk Uluğ Bey'in yaptırdığı üniversitenin kapısında bu söz yazılıdır...
Her Müslüman her gün bilimini arttıracaktır. "İki günü birbirinin aynı olan bizden değildir" sözü de Yüce Muhammed'in sözüdür.
Bilimle uğraşmayan, bilimden uzak yaşayan insanlara "Nâdân" denilir. Yani cahil ve cahilliğinde kararlı... Bilimini artırmak için çabalamayan...
Bakınız nâdânlar için ne diyor Ahmet Yesevi:
"Önce sonra iyiler gitti, kaldın yalnız
Nâdânlardan işitmedim bir güzel söz
Bilgin gitti nâdânlardan çektim üzüntü
Yolu bulamadım şaşkın olup kaldım işte."
İşte başka bir hikmet:
"Kul Hoca Ahmet bilginlere hizmet eyle
Bilginlerin sözlerine göre işler eyle
İşler yapıp Hak yoluna canını ver
İşler yapmayan Allah'ı göremez ey dostlarım."
Bilim gerçeğe ulaşmak içindir. Bilim, varlığı bilmek içindir. Varlığı bilmenin yolu bilim yoludur. Varlığı bilen, kendini bilir... Kendini bilmenin yolu da bilimdir. Kendini bilen Allah'ı bilir. Allah'ı bilmenin yolu da bilimdir.
Allah sonsuzluktur. Sonsuzluğun doğrudan kendisi "bilinemez"dir. Yani Allah'ın "Zat"ı bilinemez. Ama var ettiklerini bilerek, Allah bilgimizi genişletebiliriz. Bu bilmenin yolu da bilim yolundan yürümektir. Gerekli olan "bilimlik bilgi"dir. Bilim yöntemlerinden yararlanılarak ulaşılan bilgi...
Tasavvuf adı altında kurulan kölelik tuzaklarına düşmeyen gerçek tasavvuf yolcuları BİLİM'e çok değer vermişlerdir. Çünkü "Allah, bilinmek için var ettiklerini var etti" inancı tasavvufun temel anlayışlarından biridir. Allah'a sevgi ile aşk ile yaklaşan kişioğlu için, Allah'ı bilmenin bir yolu da BİLİM olunca, aşık bu yoldan nasıl uzak durabilirdi...
İslam'da bilinen en büyük bilginlerden biri olan Yüce Muhammed'in torunlarından Caferi Sadık bunun için hem dinin dış bilgilerinin, hem iç bilgilerinin doruk adamlarından biri hem de büyük bir fen bilimleri ustasıdır.
Değerli Kur'an'da 750 ayetin inançlılara bilimi ve araştırmayı emrettiğini Nobel kazanmış bilgin Abdüsselam, Türkçe'ye "İdealler ve Gerçekler" adıyla kazandırılmış eserinde söylüyordu.
Kuran'da inançlılara, "göklere, yere, gök olaylarına, gece ve gündüzün birbirini izlemesine, insanların doğuşuna ve oluşumuna, gemilerin denizlerde yüzmesine, insanların renklerinin ve dillerinin ayrı olmasına, geçmiş toplumların tarihlerine ve yaşadıkları şimdi ıssız kalmış yerlere" bakmaları buyurulurken, herhalde bu "boş boş gözlerle bakmak" anlamında söylenmiyordu.
Nitekim daha İslam'ın ilk yüz yılından başlayarak Müslümanlar, Kur'an'ın bu hükümlerini doğru anlamışlar; "hikmet müminin yitiğidir, nerede bulursa alır" demişler; düşünmüşler ve araştırmışlardır. İşte İslam Medeniyeti böyle oluşmuş ve vurduğu sert darbelerle Avrupa'yı uyandırmış, dünyayı etkilemiş ve bugünkü medeniyetin oluşmasını sağlamıştır.
Sigrid Hunke'nun yazdığı "Avrupa'nın Üzerinde Doğan İslam Güneşi" bu gerçeği uzun uzun anlatır.
Diyorum ki: "Kur'an gelmeseydi, İslam Medeniyeti oluşmazdı. İslam Medeniyeti olmasaydı bugünkü medeniyet ortaya çıkmazdı. İnsanlık hala karanlık ve karanlıkçılık içinde yaşardı."
Bütün bunlar doğrudur da... Bir acı doğru daha vardır.
Ne yazık... Avrupa'nın aydınlanma çağına girdiği dönemlerde, İslam Medeniyetinde kendi içine kapanma, Kur'an'ın ruhuna aykırı bir şekilde bilimden ve bilim zihniyetinden uzaklaşma başlamıştır. Hür düşünceyi, felsefeyi tekfir eden, bağnazlığı din durumuna getiren, üretilmiş bilgiler ile yetinip onları tekrarlamayı marifet sanan anlayışlar, İslam toplumlarını kaplamıştır. Bunun sonunun gerilik ve gerilemek olacağı belliydi. Olmuştur.
Uluğ Türkistan'da Uluğ Bey "gök bilimin göklerine çıkarken", oğulları kurduğu gözlemevini yıkmışlardır. Aynı dönemlerde Türkiye'de bilim aşığı ve bilgin Fatih Mehmet'ten sonra torunu Selim Han döneminde başlayan bilinç daralması, ülkeyi Akşemsettin'in ak ikliminden, Ebussuud karanlığına getirmiştir. Bu gidişin sonunun Kadızadeliler olması kaçınılmazdı. 4. Murat gibi güçlü Han'ı etkileyebilecek bir ortama ulaşan Kadızadeliler, medreselerden "bidattır, günahtır" diyerek fen bilimlerini kaldırtmayı başardılar.
İlginçtir ki bunlara karşı direnip, selim aklı, sanatı, bilimi ve geniş düşünmeyi savunan yine bir tasavvuf bilginiydi. Sivaslı Abdülaziz Efendi... Ama yenildi.
Müslüman toplumların geri kalışlarının sebebini başka yerlerde aramağa gerek var mı?
Bunlar bilinenler... Yeri gelmişken hatırlatmadan geçemedim. Çokça hatırlamalıyız, diye düşünüyorum.
Diyorum ki; yol bilim yolu, gerçeğe ulaşmak için izlenmesi gereken yöntem bilim yöntemleri olmalıdır.
Evet "Hayatta en hakiki mürşid bilimdir."
Ahmet Yesevi kim?
"Allah'a ulaştıran yol İNSAN'a hizmetten geçer" diye başlamıştık... Amacın AŞK olduğunu anlattık... İslam İÇTENLİK'li kulluktur, dedik... HOŞGÖRÜ'nün önemini vurguladık... KADINA verilen değeri dile getirdik... EMEK sömürüsü olmayacağını ve dinin temelinin BİLİM olduğunu söyledik... Bütün bunları da AHMET YESEVİ'nin doğru İslam anlayışını belirginleştirmek için ortaya koyduk.
Peki kimdir Ahmet Yesevi?
Bilgin Fuat Köprülü "İlk Türk İslam Mutasavvıfıdır" diyor. "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" kitabıyla...
Düşünür şairimiz Yahya Kemal Beyatlı "Milliyetimizi borçlu olduğumuz insandır" diyor. Diyor ki: "Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız."
Türkmenistan'da yayınlanan bir kitap Ahmet Yesevi hakkında Türkmenler'in tanımlaması: "Medine'de Muhammed, Türkistan'da Hoca Ahmet."
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tataristan, Başkurdistan, Tacikistan, Afganistan'da söylenen bir söz: "Peygamberi Sâni." Bu sözü Tanrı Elçisi'nden sonraki kişi anlamında anlamak gerek...
Ulu Türkistan alanında Ahmet Yesevi'nin İslam'ı Türkistan'a yayan insan olduğuna inanılır.
19. yüzyılda Ulu Türkistan'ı dolaşan Macar Prof. Vamberi Armin seyahatnamesinde anlatıyor: "Her geçtiğim Türk obasında Ahmet Yesevi'nin Hikmet ve Münacaatına rastladım. Türkler bu manevi irşadı coşkunlukla okuyorlardı. Her obada, Divan-ı Hazret-i Sultan-ül arifin Hoca Ahmet Yesevi'nin şiirlerini vecd ile okuyan kadın ve erkeklere rastladım. Öteki İslam ülkelerini de gezdim, gördüm ve tarafsız mukayeseler yaptım. Anladım ki; İslam dinine cihanşumül idrak felsefesini veren Türk bilginleridir. Onlar bütün dünyaya mürşit olarak yayılmışlar ve İslam ülkelerinde değerli şahsiyetler yetiştirmişlerdir. Nitekim meşhur Türk seyyahı Evliya Çelebi de Ahmet Yesevi ailesine mensuptur."
Türkiye Türklüğü içinde milyonlarca insan, yani Hacı Bektaş geleneğine bağlı olanlar "Pirlerin Piri" olarak Ahmet Yesevi'yi bilirler... Öğretmenlerin öğretmeni ve Hacı Bektaş'ın öğretmeni... Bazı kümeler için ise doğrudan "Pir"dir, Ahmet Yesevi...
Türk Dünyası'nda Ahmet Yesevi'nin etkileri çok derindir. Mezhep ve tarikat anlayışlarını kaplayan bir etkidir bu... Bunun için bizde mezhep çatışması yoktur. Hiç olmamıştır. Dışardan gelen ideolojik oluşumların etkisiyle doğan çatışmaların ve insanlık dışı durumların ayrı değerlendirilmesi gerekir.
Biz Türkler Ahmet Yesevi yolu ile İslam'ı tanıdık. Bizim için "doğma" yol bu yoldu. Şimdi Ahmet Yesevi Yolu'nu tanımanın ve doğamıza uygun yola ulaşmanın borcundayız.
Dışardan sokuşturulan "ideolojik, siyasi ve çarpıtılmış din" anlayışlarına karşı çıkar yolumuz yine Ahmet Yesevi olacaktır.
Ahmet Yesevi yolu bizi bize; bizi birbirimize; bizi çağa ve bizi insanlığa ulaştıracak yoldur...
Ahmet Yesevi ve Türkçe
"Ahmet Yesevi yolu bizi bize ulaştıracak yoldur" dedik.
"Biz" Türkleriz... Adımız başka başka olsa da... Başka soy adları alsak da... Toptan adımız, TÜRK'tür. Dünyada yaşayan iki yüz milyona yakın bir milletiz. Her bir bölümümüz de "özünce var"dır. Ama topluca da varız. Var olmalıyız.
Avrupa'dayız, Balkanlar'dayız, Türkiye'deyiz, Rusya'dayız, Tataristan'dayız, Başkurtistan'dayız, Kafkaslar'dayız, Gürcistan'dayız, Azerbaycan'dayız, Türkmenistan'da, Özbekistan'da, Kazakistan'da, Kırgızistan'da, Tacikistan'da, Afganistan'dayız, Suriye'de, Irak'ta, İran'dayız, Çin'deyiz, Sibirya içindeyiz. Çuvaşistan'da, Altay'da, Hakas'ta, Tuva'da, Saha'dayız... Amerika'da, Avustralya'da, Afrika'da, dünyadayız.
Bizi biz yapan öncelikle dilimizdir. TÜRKÇE'miz...
Türkçemiz varsa biz varız... Türkçemiz yok olursa biz de yok oluruz. Türkçemiz kadarız.
Türkçemiz, ne yazık, atalarımızın kurduğu en büyük devletlerden olan Selçuklular döneminde yok olma yoluna sokuldu.
Selçuklu'yu kuranlar Türklerdi. "Selçuk" hakan soyuna adını verdi. Dukak oğlu Selçuk...
Çağrı ve Tuğrul kardeşler, devleti yerine oturttular. Alpaslan ve oğlu Melikşah büyüttüler, geliştirdiler.
1040 yılında Dandanakan Zaferi ile Tuğrul bey "Hakan" oldu. 1157 yılına kadar Büyük Selçuklu Devleti sürdü. 117 yıl... Anadolu Selçukluları 1077-1308 arasında sürdü... 231 yıl...
Selçuklu büyük ve güçlü devletti. Ne yazık... Bu büyüklük ve güç, bir dönem sonra Türklüğe karşı oldu.
Türklüğe karşı oldu. Çünkü din ve ilim dili olarak Arapçayı; devlet ve edebiyat dili olarak Farsçayı benimsediler. Büyük Selçuklularda, Nizamiye Medreselerinde Arapça ve Farsça egemendi. Bu medreseleri yani bugünkü anlamda üniversiteleri kuran kişi Nizam'dı ve Nizam Fars'tı...
Anadolu Selçukluları da Büyük Selçukluların yolundan gitti. Farsça ana dil durumuna geldi...
Türkçe ise Aşık Paşa'nın tanımladığı durumda oldu:
"Türk diline kimseler bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri."
Gerçeği bilelim. Selçuklu Hakanlığı Türkçeyi dışlamıştır. Selçuklu Farsçayı bir edebiyat dili olmaktan öte bilim dili durumuna da getirmiştir.
Selçuklu aydınları, edebiyatçıları, yazarları Türkçe değil Farsça yazmışlardır...
Orkun, Yenisey yazılarında, Dede Korkut hikayelerinde, Kutadgu Bilik'de, Atabetül Hakayık'ta ortaya konulan Türkçenin gücü küçümsenmiştir. Karahanlı aydını Kaşgarlı Mahmut, araplara Türkçe öğretmek için Divan-ı Lügati't-Türk'ü yazacak bir bilinç düzeyi ortaya koyarken, Selçuklu Hakanları Türkçeyi dışlayan bir bilinçsizlik içinde olmuşlardır. Bu tarihimizin karanlık yönlerinden biridir.
Selçuklu yoğunluğunun yaşandığı dönemlere bakınız. Türkçe yazan bir şair, bir yazar, bir bilgin göremezsiniz.
Allah aşkının doruk noktalarında sözler söyleyen, Mesnevisi, Divanı, Rubaiyat'ı Fihi ma Fihi ile bir başka şaire "Ben o yüce tabiatlının nesini öveyim? Peygamber değilse de kitabı vardır" dedirten Mevlana Celalettin bütün eserlerini Farsça yazmıştır.
Büyük şairimiz, övünç kaynağımız, insan aşkının en güzel anlatıcısı Genceli Nizami de Farsça yazmıştır.
Nizami de, Mevlana da bizim kayıp değerlerimizdir. Bizim, yani Türkçemizin... O iki deha ve daha birçok dahimiz keşke Türkçe yazacak bir ortamda ve bir bilinçte olsalardı. Bakınız uzun süren Anadolu Selçuklu egemenliğinin sonuçlarına... Çağrı'nın, Tuğrul'un, Alpaslan'ın soyundan gelen Anadolu Selçuklu Hakanlarından üçünün adı Key-Hüsrev, ikisinin adı Key Kâvüs, üçünün adı Key Kubat'tır.
"Key" Türkçe'deki "Alp" sözünün karşılığıdır. Bu üç ad ise Farsların, hem de Müslüman olmadan önceki tanınmış şahlarının adlarıdır. Yani, Selçuklu Hakanları çocuklarına ad ararken Fars tarihine başvuruyorlar... Bilinç kaymasının bundan daha açık göstergesi ne olabilir? Alp-Arslan değil Key-Hüsrev...
Bu gidişin sonu Farslaşma olacaktı. Tarihte örnekleri çoktur. Dilini yitiren bilincini yitirir, bilincini yitiren varlığını yitirir.
İşte böyle bir zamanda 12. Yüzyılda Ulu Türkistan'ın YESİ şehrinde Hoca Ahmet adlı bir Ulu Kişi ortaya çıktı... Farsça yaygınlığına karşı TÜRKÇE bayrağını yükseltti... Kurduğu okulda Türkçe eğitime başladı. Öğrettiği İslam'dı... İslam Tasavvufunun yollarıydı... Bilimdi... Dili Türkçe'ydi. "Türkçe şiir olur mu? Türkçe bilim olur mu? Türkçe din olur mu?" diyenlere karşılık verdi:
"Sevmiyorlar bilginler
Sizin Türkçe dilini
Bilgelerden işitsen
Açar gönül ilini.
Ayet hadis anlamı
Türkçe olsa duyarlar
Anlamını bilenler
Başı eğip uyarlar.
Miskin Zayıf Hoca Ahmet
Yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de
Sevip söyler Türkçeyi."
Hoca Ahmet 126 yıl yaşadı... Binlerce öğretmen yetiştirdi.
Yetiştirdiği öğretmenleri Türk dünyasının her bucağına gönderdi. Herkes görevini biliyordu.
İslam'ı anlatıyorlardı.
Doğru İslam'ı anlatıyorlardı.
İçtenlikli İslam'ı anlatıyorlardı.
Allah aşkını...
İnsan sevgisini...
İnsana hizmetin değerini...
Kadına saygıyı...
Emeğin kutsallığını...
Bilimin yüceltici önemini...
Anlatıyorlardı. Yaşıyorlardı.
Ve TÜRKÇE anlatıyorlardı.
Anlatırken Hoca Ahmet ustalarının Hikmet adlı şiirlerinden örnekler veriyorlardı.
Hikmet'ler Türkçeydi...
Türkçe yayılıyordu...
Türkçe edebi değerini yeniden kazanıyordu.
Ölmek üzere olan Türkçe dirilmeğe başladı.
Öğretmenler, başöğretmenleri Hoca Ahmet'in Hikmetlerine benzeterek şiirler yazdılar...
Türk Dünyası'nda, Farsçacı Selçuklu aydınlarının dışında, Türkçeci bir aydınlanma oluşumu başladı. Önce Ulu Türkistan'da başlayan bu aydınlanma Anadolu'ya sıçradı. Anadolu'ya Hacı Bektaş Veli geldi... Sarı Saltuk geldi... Yunus Emre ortaya geldi... Aşık Paşa onun yolundan geldi... Gazi Bürhanettin onların ardından geldi... Dehkani, Ahmet Dai, Nesimi, Hacı Bayram Veli ve daha niceleri...
On beşinci yüzyıla gelindiğinde Türkistan'ın büyük şairi Ali Şir Nevai Türkçe ile Farsçayı karşılaştıran "Muhakemetül Lûgateyn"ini yazacak ve Türkçenin üstünlüğünü ortaya koyacaktır.
Ahmet Yesevi'nin Türkçe ve Türklük üstündeki etkisi sanıldığından da büyük olmuştur.
İşte Konya'yı kısa bir dönem içine alan ve kendisini Başbakan ilan eden Karamanoğlu Mehmet Bey'in ülkenin her yerine görevliler göndererek "bundan böyle dergahta, sarayda, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmamasıyla ilgili" buyruğu bu etkiden doğan bilinçle ilgilidir.
Bu Türkçe bilinci bütün beyliklerde yaygındı. Türkistan coğrafyasında Ahmet Yesevi öğrencileri Selçuklu beyliklerinde saygı görüyorlardı.
Osmanlı beyliği ise kendilerine "Alperenler" veya "Horasan Erenleri" denilen bu Yesevi bağlılarının odaklaştığı yer olmuştur.
Değerli bilgin Ö. L. Berkan "Kolonizatör Türk Dervişleri" adlı önemli eserinde Osmanlı'nın tarih içindeki büyük başarısını bu tarih gerçeğine bağlar.
Osmanlı Türkçe temelinde başladı. Ahmet Yesevi çizgisinde gelişti. Kurduğu en temel kurumun Yeniçeri Ocağı'nın, Hacı Bektaş Veli yoluna teslim edilmesi en önemli göstergedir.
Sonraki yüzyıllarda Türkçeye sokulan çokça Arapça ve Farsça sözler bir başka gerçektir. Öyle de olsa artık Osmanlı'da sonuna kadar devletin bilim ve edebiyat dili Türkçe olmuştur.
Türkistan'da kurulan devletlerde devletin bilim ve edebiyat dilinin artık Türkçe olması Ahmet Yesevi'nin büyük ve doğru seçimi ile olmuştur.
Evet Yahya Kemal doğru söyledi: "Ahmet Yesevi bizim milliyetimizin yeniden kurucusudur."
Çünkü Türkçemizin koruyucusudur...
Ahmet Yesevi ve Türklerde İslam'ın yayılması
Eski Türklerin TEK TANRI dinine inandıkları ve bu dinin şu anda yitirilmiş bir kutsal kitabının da olduğu görüşlerine katılıyorum. Araştırmalar derinleştikçe ve genişledikçe bu gerçek ortaya çıkacak...
Sözgelimi 14. Yüzyılın başlarında Mısırlı Türk Tarihçisi Aybeg'in sözünü ettiği Türklerin kutsal kitabı "Ulu Ata Bitikçi" elde yok... Gürcü kaynaklarında Tek Tanrı'ya inanan ve "Mengü Tangrı Gücündür" (Sonsuz Tanrı'nın Gücüyle) diye başlayan kitaba da ulaşılabilmiş değil... Kim bilir... Belki bir gün bir yerlerden ortaya çıkacak... Belki de ikisi aynı kitap...
Bilinen gerçek, Türklerin İslam dinine geçmeden önce birçok dine girip çıktıkları... Sanıldığı gibi ve yanlış anlatıldığı gibi İslam'dan önce Türkler şamanist değildiler. "Şaman" sözü Türkçe değildir. Türklerde şamanlara "kam, oyun, baksı" gibi adlar verilirdi. Bugün de öyledir...
Yaygın adıyla şamanizm bir din olmaktan çok, madde ötesi görüşlere dayalı bir durugörü ve sağaltma yöntemidir. İşin ilginç yanı Türkler hangi dine girerlerse girsinler bu yöntem o dinin içine sızarak ya da yanında yürüyerek varlığını sürdürmüştür. Bugün de öyledir...
Çoğunlukla Karahanlı Han'ı Satuk Buğra'nın 10. yüzyılın ortalarında Müslümanlığa girmesi Türklerde İslam'ın yayılmasının başlangıcı olarak söylenir. Bu söylentide bir gerçeklik varsa da, Karahanlılardan önce İtil Bulgar-Türk Devleti'nde İslam'ın yaygın olduğu bir başka gerçektir.
11. yüzyılda Türkler arasında Müslümanların sayısı çoğalmakla birlikte, yine de birçok Türk topluluğu Nesturi, Hıristiyan, Musevi, Mani, Buda ve eski Gök Tanrı inançlarına bağlı kalmayı sürdürüyordu. Anadolu coğrafyasında ise Ortodoks Türklerin varlığı bilinen bir konudur.
İşte Ahmet Yesevi okulunda yetişen öğretmenlerin birinci görevi; henüz İslam'a girmeyen Türkler ve yakın uluslar arasında dini yaymak; Müslümanlaşmış olanlara ise dinin gerçeğini öğretmekti.
12. yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak Ahmet Yesevi'nin öğrencilerinin bu görevlerini başarıyla yerine getirdikleri ve sonraki yüzyıllar boyunca da yine öğrencilerin öğrencilerinin aynı görevi yaptıklarını biliyoruz.
13. yüzyılın başlarından başlayarak Cengiz oğulları egemenliğinde kurulan düzen içinde en büyük işi yine Ahmet Yesevi öğrencileri yapmış ve Cengiz'in torunlarını Müslümanlaştırıp Türkçe'ye ve Türklüğe kazandırmışlardır.
Cengiz'in büyük oğlu Cuci'nin oğlu Berke, Altınordu Hanı iken Ahmet Yesevi'nin öğrencisi Sarı Saltuk tarafından İslam'a kazandırılmıştır. Berke'nin başkomutanı Nogay'ı da yine Sarı Saltuk Müslümanlığa ısındırmıştır. Bugünkü Özbek halkına adını veren Cuci'nin torunu Özbek Han'a İslam bilincini ve bilgisini veren ise Baba Tüklü diye bilinen Yesevi öğrencisidir.
Bizans egemenliğindeki Anadolu'ya yerleşen hıristiyan Kıpçak ve Oğuzlar arasında İslam'ı yayan yine Yesevi dervişleridir. Anadolu'nun ve Rumeli'nin birçok köyünde; yakın tepelerde; bu derviş-öğretmenlerin mezarları vardır. Bugün bile o mezarlarda yatan kişilerin köylerine Müslümanlığı getirdiğini köylülerden dinleyebilirsiniz.
Türklere Arapların zorla Müslümanlığı kabul ettirdikleri ise bilimlik temelleri olmayan bir iddiadan ibarettir. Emevilerin Türk dünyasına yönelik saldırıları dünyalık amaçlara yönelikti. Tersine Müslüman olmalarıyla alacakları vergi azalacağından Türklerin İslam'a girmesinden hoşlanmıyorlardı. 751 yılında Talas'ta Çinlilere karşı birlikte yürütülen savaş dolayısıyla doğan yumuşama İslam'a ilgiyi artırmış ise de asıl büyük katılımlar tasavvufçuların çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Hallacı Mansur'un bu yolda beş yıl çabaladığını bir örnek olarak verebiliriz.
Bütün çabalara karşılık Yesevi okulunu bitiren öğretmenlerin, Türkler ve yakın uluslar arasında Müslümanlığı ve Müslümanlaşmış olanlara doğru Müslümanlığı yaymakta en büyük pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yüzden Türk'ün Müslümanlığında tasavvuf renkleri ağırlık kazanmıştır.
Diyorum ki; Milletimiz arasında yaygın olan ortak din bilincini, doğrudan Ahmet Yesevi'ye borçluyuz...
Tasavvuf nedir ve neden tasavvuf?
Doğmadan önce neredeydik? Ölünce nereye gideceğiz? Varlık nasıl var oldu? Varlık neden var? Varlığı bir var eden var mı? Var eden ile varlık arasındaki ilişki nedir? Var eden, varlığı neden var etmiş? Var edenin varlıktan beklediği nedir? Var eden, varlığı var edip sonra bıraktı mı? Yoksa sürekli gözetiyor mu? Madde nedir? Maddenin aslı nedir? Madde olmayan şeylerin aslı nedir? Düşünceler nereden geliyor? Düşüncelerin kaynağı nedir? Duygular, sevmek, nefret etmek, acımak, bağışlamak, intikam almak... Bütün bunlar nereden geliyor?
Bu sorular insan beyninin sorduğu sorulardır. Bu soruların cevabını aramak bazı beyinler için kaçınılmaz bir durumdur. Cevapları bulmak için akıl yürütme yapılır, aklı aşan yollara başvurulur,sezgiler derinleştirilir. İşte felsefenin ortaya çıkış sebebi... Ve işte tasavvufun kaynağı...
Size anlatılanların derinlemesine irdelemek yeteneğiniz olmayabilir... "Dinler"den birine inanıp, size öğretilen bilgileri şemalar halinde zihninize nakşedip rahatlayabilirsiniz... Sonra dönüp hiçbir sorma gereğini duymayabilirsiniz... Yüce Yaratıcı'yı, Mutlak Varlık'ı gökyüzünün bir yerlerinde, etrafında melekleriyle oturan, çok kuvvetli görme, işitme, hissetme duyularına sahip olan, ezelden beri var olan ve hiç yok olmayacak olan, her şeyi bilen, dünyaya ara sıra elçiler gönderip insanlara kanunlar koyan ve melekleri vasıtasıyla da insanların bu kanunlara uyup uymadığını denetleyen bir Tanrı olarak kavrayıp, böylece inancınızda rahatlayabilirsiniz.... Ama herkesin de sizin gibi olmasını isteyip, başka türlü arayışlar içine girenlere kötü gözle bakarsanız olmaz. Çünkü Yüce Yaratıcı zihinleri başka başka yaratmıştır. O zihinler, Peygamberlerin geldikleri yolları merak ederler. Gerçeği bir de kendileri bilmek isterler, düşüncelerinin derinliklerine dalarak, derin tefekkürler içinde olarak... Düşüncelerin kaynağına ulaşmak ve düşünceyi aşıp parça aklı arkalarda bırakarak aklın bütünlüğüne yönelmek isterler. Bunun için teknikler geliştirirler, geliştirilmiş teknikleri değerlendirirler ve senin, benim bilemediğimiz gerçeklere erişip "Erenler"e karışırlar. İşte tasavvuf budur...
Geliniz isterseniz bir büyük olayı birlikte düşünelim... Var edilmişlerin en yüksek bilinç düzeyi olan Görklü Güzel Muhammed, "Oku" diye başlayan ilk vahye nerede ulaştı? Bu sesleniş karşılaştığı zaman ne yapıyordu? Hurma ağaçlarıyla mı uğraşıyordu? Ticaret mi yapıyordu? Evinde hanımı ve çocuklarıyla yarenlik mi ediyordu? Dostlarıyla sohbet mi yapıyordu? Yoksa, Hıra Dağı'ndaki mağaraya çekilmiş, derin düşünceler içinde, tasavvuf yollarının inceliklerinde gerçeği mi arıyordu? Bu yollar, en yüce insana velilik ve nebilik yolunu açtıysa, başkalarına da velayet yollarını neden açmasın? Tasavvufun kaynağını eski Yunan'da yahut Hint'te arayanlara konuyu bir de böyle düşünmelerini salık versem bir yararı olur mu acaba?
Tasavvuf yolu aşılmak için
Bir gün, bir adam, Hz. Peygamber'in olduğu meclise gelip sordu:
- Ey Allah'ın elçisi, "iman" nedir?
Peygamber efendimiz soruyu cevapladı, imanın ne olduğunu (cibril hadisini) anlattı.
Adam yine sordu:
- Ey Allah'ın elçisi "ihlas" nedir?
Peygamber Efendimiz soruyu cevapladı, İhlasın ne olduğunu anlattı.
Adam yine sordu:
- Ey Allah'ın Elçisi, "ihsan" nedir?
Peygamber Efendimiz soruyu cevapladı:
- İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmektir. Sen O'nu görmüyorsun ama O seni görür...
İşte tasavvufun amacı budur. İhsan, bir bakıma tasavvuf demektir. Yani, Allah'ı görür gibi ibadet etmek... Hiç kimse sanmasın ki bu kolay bir iştir. Bunun için de tasavvuf yolu kolay bir yol değildir. Tam tersine zor, tehlikeli ve uçurumlu bir yoldur. Bu yolda "yol gösterici"nizin olması yetmez, "olgun yol gösterici" gerektir. Olgun yol gösterici demek, yolu bilen, yolculuğunu tamamlamış, dinin içini ve dışını öğrenmiş ve Allah'a ermiş kişi demektir. O, gözetler, yardımcı olur, uyarır, uyandırır, tehlikelerden korur...
Tasavvuf yolunda yol göstericisi olgun olmayanın ayağı kayar, uçurumlardan yuvarlanır. Yolunu şaşırır, sapıtır, yolunu sarpa uğratır.
Tasavvuf yolunda düşülen yanlışlıklardan birisi, yolu amaç sanmaktır. Yolda toplanıp, yolda oturup, yolu teşkilatlandırmak olumsuz anlamda "tarikatçılığa" yol açar. Halbuki yol aşılmak içindir. Yol, vardırıcı, erdirici, oldurucu olmalıdır. Durdurucu değil. Yol gösteren öğretmendir, amaç değil. Amaca giden yolda yardımcıdır sadece. Bunu unutanlar "şeyhçilik, evliyacılık" çıkmazına saplanırlar. Bilmeden, şeyhlerini Yüce Tanrı yerine koyup "şirk" batağına saplanırlar.
Bazen yol göstericilik iddiasında olanlar da yollarını şaşırıp, tasavvufu insanları etrafında toplayıp ticarette ve siyasette kullanma aracı yaparlar. Ne yazık ki vardır böyleleri...
Tasavvuf yolunda biraz güç kazanıp mertebe elde edince artık "olduklarını" sanan ve insanları "olduracağım" derken "solduran" ham ruhlar da az değildir.
Bütün bunlara ve başka tehlikelere rağmen tasavvuf vardır, haktır ve gereklidir. Manevi yollarda yücelmek isteyenler için de bilinen bir yoldur... Tasavvuf, dinin iç dokusudur, içinin içidir, özünün özüdür...
Hangi tasavvuf
Allah'ı görür gibi ibadet eder hale gelmek Hadis-i Şerif'te "ihsan" diye adlandırılır. Tasavvufunun amacı ihsandır. Yani insanı "olgun insan" haline getirmek, nefsin kirlerinden ve yüklerinden kurtararak temizlemek ve hafifleştirmek, varlığın sırlarına eriştirmek ve Allah'a ulaştırmaktır.
Tasavvuf yolunda zikir vardır. Zikir, Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlara bildirilmiştir. Zikir, "Allah, Lailahe İllallah ve Hu" gibi sözleri açık veya gizlice çokça tekrarlamaktır.
Tasavvufta rabıta vardır. Öğretmene manevi olarak bağlanmak ve onun maneviyatından güç alarak "yolu" kolaylaştırmak demektir. Tasavvufta sohbet vardır. Bilenleri ve erenleri dinleyerek öğrenmek ve doğrulmak için yapılır. Ancak tasavvufta çok önemli bir ilke vardır; olgun insan haline gelmiş, dinin dış ve iç esaslarını iyi bilen bir "Yol gösterici"yi seçmek çok önemlidir. Tasavvufta yol göstericilere "Mürşid" ve "Pir" denilir.
"Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır" sözü de vardır ama bu söz tasavvuf yoluna girenler içindir. Çünkü tasavvuf yolu "ulaştıran" bir yoldur. Ancak aynı zamanda tehlikeli bir yoldur. Bu yolda ayakları kayanlar, her şeyi mübah görüp ibahiyecilik batağına düşenler, aklının yetersiz sınırları içine varlığın sonsuz kavrayışını sokmaya çalışıp sapıtanlar, kendi ruhunun nurunu görüp yıllarca onu Allah sanıp kendisine tapanlar da vardır. Bütün bu tehlikelerden korunmanın yolu dini meseleleri, dinin açık bilgilerini çok iyi bilen bilginlerden öğrenmektir ve aklı başında, zeki, bilgili, ermiş bir yol gösterici olmadan yola çıkmamaktır. "Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır." Gerekli olan "Kâmil Mürşid"dir.
Tasavvufta Varlık
İnsan zihninin temel sorularından birisi varlığın esasının ne olduğu sorusudur. Felsefe bu sorunun cevabını vermeye çalışır iken aklın gücünü ve imkanlarını değerlendirir. Tasavvuf ise aynı sorulara "aşkın akıl" gücü ile yani aklı genişletme yöntemi ile cevap bulmaya çalışır. Bulduğu cevapları akıl penceresinden takdim eder.
Tasavvufun varlık sorusuna çeşitli açılardan ve anlayışlardan verdiği cevaplar çok olsa da ortalama bir anlayış ortaya koymak da olabilir. Biz bu yazıda bunu yapmaya çalışacağız.
Cevabı istenen sorulardan birincisi "varlığın nasıl var olduğu"dur. Yani varlığı kim "var" etmiştir. İkinci soru ise varlığın görünmeyen yönü olduğu var sayılan "ruh"un ne olduğudur. Üçüncü soru maddenin "kökü ve anlamı" ile ilgilidir. İslam tasavvufunun birinci soruya verdiği cevap varlığı var eden, varlığa hayat veren ve varlığın hayatta kalmasını sağlayan "hayyül kayyum" yani "diri ve diri tutan" bir Allah'ın "var"lığıdır.
Allah "var"dır. Ve yarattıkları da "var"dır. Bu iki varlık biçimi de aynı "var" sözü ile anlatılır. Ancak mahiyet açısından birbirinden çok farklıdır. Allah'ın varlığı sonsuz bir gerçekliği ifade eder. Ve öylesine güçlü bir varlıktır ki yarattıklarının "var"lığı yaratanın "var"lığına kıyaslanırsa "yok" gibidir. Bir örnekle anlatmak gerekir ise insanın varlığı ile gölgesinin varlığı arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki varlık farkını anlaşılır hale getirebilir. Biliyoruz ki gölge hem vardır hem de gerçekte yoktur. Var gibi görünen gölge madde ile ışık arasında bir oyundan ibarettir. Gölgeyi kendisinin varlık sebebi olan madde ve ışıktan bağımsız düşünürsek o da kendisine göre bir varlıktır. Burada beş duyumuzun imkanları ile sınırlı ve yaşadığımız yeryüzünün nisbi gerçeklerinden etkilenen aklımızı zorlayan bir ifade olsa da duyuların ve dünyanın sınırlarından çıkan akıl için anlaşılmayacak bir durum yoktur. Yine bir örnek verelim. Şu anda hangi durumda bulunuyorsak bulunalım zihnimizin çevremizi kavramasında önemli gerçeklerden birisi aşağı ve yukarı kavramlarıdır. Bu kavramlar dünya şartları için gerçektir ve doğrudur. Biz bu gerçeği yok sayarsak dünyadaki hayatımızı sağlıklı sürdüremeyiz. Penceremizden aşağıya baktığımızda yönün aşağı olduğunu bilir ve kendimizi pencereden aşağı bırakmayız... Şimdi bir de dünyadan ayrıldığımızı uzay elbiseleri içinde uzayda yüzdüğümüzü düşünelim bu takdirde aşağı ve yukarısı "neresi" olacaktır. Alışkanlıklarımızdan ötürü başımızın olduğu tarafı yukarısı ayaklarımızın olduğu yeri de aşağısı diye algılamamız tabiidir... Bir an için ters döndüğümüzü var sayalım. Bu durumda baş aşağı mı durmuş olacağız? Hayır... Şimdi yeni bir "aşağı ve yukarı" yönlerine sahip olduk. Demek ki aşağı ve yukarı diye bir şey uzay gerçeğinde söz konusu değildir. Yine demek ki aşağı ve yukarı dünya için vardır uzay için yoktur. İşte bu anlamda, var edilenler, var eden ile kıyaslandığında yok gibidirler. Ama bu kıyaslamayı yapmazsak onlar da kendi çaplarında varlıktırlar.
Var eden Allah'tır ve O sonsuzluktur. Allah'ın Zat'ının ne olduğunu ve nasıl olduğunu kavramamız mümkün değildir. O nasıl düşünüyorsak öyledir ve nasıl düşünüyorsak ondan başkadır. Sözgelimi bilgisiz çoban için "çarıkları yamanacak, kendisine süt sağılıp takdim edilecek böylesine saygı gösterilecek bir yaratıcıdır"da bir olgun tasavvufçu için "ötelerin ötesi"dir.
Yaratıcı "varlığı" isimlerinin ve sıfatlarının "nur"larının gölgesinden yaratmıştır. Yani varlığın esası "nur"dur. Latif nurlardan daha yoğun nurlara geçiş, yoğunlanmış nurlardan enerji oluşması, enerjinin yoğunlaşması, birikmesi ile de maddeye dönüşüm ve belli evreler ile maddenin durumları ortaya çıkmıştır. Yani "var"lığın esası "bir"dir ve kaynağı da "mutlak bir"dir. Başlangıç da, son da Allah'tır. Görünen de görünmeyen de Allah'tır. Allah'ın yüce isimlerini hatırlarsak O zahirdir, O batındır, O evveldir ve O ahirdir.
İnsan
"İnsan benim sırrımdır ben de onun sırrıyım." Kutsi hadisi insanın önemini anlatma bakımından yeterlidir. Mevlana bir coşku halinde "insanın ne olduğunu bana anlattırmayın, ben de yanarım siz de..." demişti.
İslam tasavvufu insanı "zübde-i kainat ve eşref-i mahlukat" olarak tarif ediyor. Yani "varlığın özeti ve var edilmişlerin en değerlisi." Bu anlamda insan, meleklerden de üstündür. İnsan Allah'ın yeryüzündeki vekilidir, halifesidir. İnsan varlığın özetidir. Varlığın Nur halleri enerji biçimi ve madde halinde görüntüleri, hepsi insanda toplanmıştır. İmam-ı Rabbani Mektubat adlı kitabında "insan bir topluluktur" diyor. Buna göre insan on ana unsurdan meydana gelmiştir. Bu unsurların beşi Nasut veya Sebepler Âlemi denilen madde alemindendir. Diğer beşi ise Nur'lar aleminden. İnsanda maddenin katı, sıvı ve gaz hallerini görürüz. İnsanda maddenin bir diğer biçimi "ateş" vardır. Bir anlamda insanın enerjisi veya bataryası diyebileceğimiz "nefs" ise beşinci unsurdur.
İnsanın "letayifi" de denilen nurdan varlığının birincisi kalp, ikincisi ruh, üçüncüsü sır, dördüncüsü hafi, beşincisi ahfa olmak üzere beş bölümü vardır. Maddeler aleminden olanlar ile nurlar aleminden olanların birlikte meydana getirdikleri bileşim insanın kendisidir ve bu bileşim içinde varlığın tamamı vardır. İşte bunun için insan evrenin özeti veya küçük evrendir: "Alem-i Sagir..."
Kur'an-ı Kerim'de "Vettiyn" suresinde "Biz insanı en üstün yaratılışta yarattık sonra onu en aşağıya indirdik" buyuruluyor. Kur'an'ın ifadesiyle insan "Ahseni Takviym"de yaratıldı. Sonra Esfeli Safiliyn'e indirildi.
Perdeler insan için...
Kutsal haberde "Biz insana şah damarından daha yakınız" deniliyor. Allah bize şah damarımızdan daha yakın ama biz ona uzağız. Arada perdeler var. Perdeler bizim için var; Allah için yok. İşte tasavvuf bu perdeleri açma sanatıdır.
İnsanın üstün yaratılışından gelen bölümlerinin yani nurdan varlığının etkisi insanı iyiliklere, güzelliklere, yüceliklere yönlendirir. Aşağı bölümleri ise aşağıya doğru çeker. İnsan bu anlamda bir denge üzerinde yürür.
İnsanın maddeler aleminden oluşan yönü nefsi oluşturur. Nefs de maddi bedenden güç alır. Nefs insanın enerjisidir. Bir bakıma da insanın içindeki şeytandır. Eğer insanın nurdan varlığı nefs üzerinde bir denetim sağlayamazsa o insan en vahşi hayvanlardan daha da vahşi olabilir. Böylesi insanlar insanlık değerini yitirmiş ve hayvandan da aşağı bir duruma düşmüş olurlar. Kur'an-ı Kerim böylelerine "Belhüm Adal" diyor...
Nefs için Kur'an-ı Kerim'de kullanılan yedi deyim nefsin yedi kademesini gösteriyor. Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mühimme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Raziye, Nefs-i Merziye, Nefs-i Safiye...
Nefs eğitimi tasavvufun ana konularından biridir. Bu bakımdan nefs bahsini açmakta yarar vardır.
Nefs kural tanımaz
Nefs-i Emmare emredici nefs demektir. Emmare nefs hiçbir ölçü ve kural tanımadan hep ister. Doğru-yanlış, haram-helal, iyi-kötü kavramlarına aldırmaz. Bedenin çıkarı, ihtiyaçları ve hazları için ne gerekiyorsa almak, ne diliyorsa yapmak ister.
Nefs-i Levvame yanlışlıklardan pişmanlık duyan nefs demektir.
Nefs-i Mühimme kendisine ilhamlar gelen olgunlaşma yolundaki nefs demektir.
Nefs-i Mutmainne ise durulmuş, oturmuş, tatmin olmuş, artık kötülükleri istemez olmuş nefs demektir.
Nefs-i Raziye makamına gelmiş insan için Allah'tan gelen her şeye razı olma hali doğmuştur. Yunus Emre'nin dediği "Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim" sözü işte bu makamın anlayışıdır.
Nefs-i Marziye Allah'ın kendisinden razı olduğu nefs demektir.
Nefs-i Safiye saflaşmış, enerji olmaktan nur haline ulaşmış nefs demektir. Tanrı Elçilerinin ve Tanrının yakın dostlarının nefsi...
İşte tasavvufun en önemli amacı insanın nefsini eğitmek sureti ile insan onuruna yakışır hale getirmektir.
Nefsin eğitiminde iki ayrı yöntem tasavvuf yolları arasındaki farklılığı da ortaya koymaktadır.
Bazı yollarda bedeni zayıflatmak yani açlık, uykusuzluk, bedeni rahatsız edecek durumlar oluşturmak sureti ile nefsi ezerek eğitmek yöntemi uygulanır.
Bazı yollarda ise Letaifi, cilalayarak güçlendirmek ve insanı nurun denetimine vererek eğitmek esas alınır.
Çoğunlukla da her iki yöntem birlikte kullanılır. Rizayet, mücahede, rabıta, tefekkür, tezekkür, sohbet bu yolda kullanılan çeşitli uygulamalardır...
Ahmet Yesevi ve tasavvuf
Türklerden İslam'ın ilk yüzyılından itibaren Müslümanlaşanların olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Dolayısıyla Ahmet Yesevi'nin ortaya çıkışı olan on ikinci yüzyıla kadar Türkler arasında tasavvufçuların da çıktığı muhakkaktır. Ancak gerçek anlamı ile Türkistan tasavvufunun kurucusu Ahmet Yesevi'dir.
Ahmet Yesevi'nin ilk tasavvuf terbiyesini babası İbrahim Şeyh ve annesi Karasaç Ana'dan aldığını biliyoruz. Yesevilik anlayışı İbrahim Şeyh kadar Karasaç Ana'ya da önem verir. Bu da üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Hazret Sultan'ın içindeki büyük ve gizli gücü ortaya çıkarıp ilk hareketi veren ise yedi yaşındayken karşılaştığı Arslan Baba olmuştur. Arslan Baba ona varlığın derinliklerinden süzülüp gelen ve Hazret-i Muhammed'de en yüksek bilinç düzeyine ulaşan Kutlu Bilgi'den payına düşeni vermiştir. Sonradan başka piri olsa da hikmetlerinde en çok Arslan Baba'dan bahsetmesi üzerindeki en büyük etkinin ondan geldiğini göstermeye yeter. Sanki Arslan Baba'nın denetiminde her şey olmuş bitmiş Seyir ve Süluk tamamlanmıştır da sonradan yürüdüğü uzun yolda işin dış görünüşü gerçekleşmiştir. Bu anlamda akıl bilimleri konusunda eğitimini büyük felsefeci bilgin Fahrettin Razi'den, tasavvuf eğitimini ise Yusuf Hemadanı'dan aldığı yaygın görüştür.
Şeriat, tarikat, marifet, hakikat
Tasavvuf yollarının bir çoğunda gerçeğe ulaşma yolculuğunda dört kapı kırk makam kavramı vardır. Özellikle Yesevilik ve onun devamı olan Bektaşilikte bu konu çok önemlidir.
Belirtmeliyiz ki burada sözü edilen şeriat ile ülkemizde sözü geçen şeriatçılık kavramları farklıdır.
İslam Hukukunun dini kökleri ve tarihi oluşumu ile ortaya çıkan bir sistemin savunuculuğu anlamındaki şeriatçılık ile dini ve tasavvufi edebiyattaki şeriat kavramlarının farklı olduğunu belirtmeliyiz.
Ahmet Yesevi'ye nispet edilen ama daha çok yakınlarından birinin dinleyerek yazdığı belli olan Fakrname adlı eserde Hazret-i Ali'den nakledilerek şeriatın on makamı şöyle sayılıyor:
1) Allah'ın varlığına, birliğine, zatına ve sıfatlarına inanmak,
2) Namaz kılmak
3) Oruç tutmak
4) Hacca gitmek
5) Zekat vermek
6) Sözü yumuşak söylemek
7) Bilim öğrenmek
Dini yüce Tanrı Elçisinin yaşadığı gibi yaşamak
9) Dinin emirlerini yerine getirmek
10) Yasaklardan kaçmak
Şeriat kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını belirledikten sonra konu ile ilgili Yesevi hikmetinden söz edelim:
"Her kim eylese tarikatın davasını
İlk adımı şeriata atmak gerek
Şeriatın işlerini tamamlayıp
Ondan sonra bu davayı kılmak gerek."
Yani Ahmet Yesevi'ye göre tarikata girmek, tasavvuf yollarında ilerlemek isteyen insanın önce dinin dış ölçülerine göre kendisini düzenlemesi gerekir. Bu arada dikkati çekmek isterim ki bilim öğrenmek şeriatın on esasından biridir.
Dinin dış hükümlerine aldırış etmeden tarikata girenleri bekleyen tehlikeyi bir hikmetinde şöyle ifade ediyor:
"Tarikata şeriatsız girenlerin
Şeytan gelip imanını alırmış
İşbu yolu pir olmadan gidenler
Şaşkın olup ara yolda kalır imiş.
Fakrname'ye göre tarikatın on makamı da şunlardır:
1) Günahlardan tevbe etmek
2) Tarikata bir yol gösterici ile girmek
3) Korku
4) Ümit
5) Görevini yerine getirmek
6) Yol göstericisinin dediklerini yapmak
7) Yol göstericisinin meclisinde ondan izinsiz söz söylememek
Sohbetlerde nasihat dinlemek
9) Tecrit olmak
10) Tefrit olmak
Belirtmeliyiz ki; tarikat adı üstünde yoldur, yol ulaştırmak içindir. Üzerinde oturmak için değil. Yoldan geçilip yani tarikattan geçilip hakikat ve marifete ulaşılacaktır.
Keramet
Fuat Köprülü'nün büyük eseri olan Türk edebiyatında ilk Mutasavvıflar adlı kitapta Ahmet Yesevi'nin Menkıbevi hayatı üzerinde çokça duruluyor. Burada Büyük Öğretmeninin kerametlerinden söz ediliyor. Ahmet Yesevi hakkında yazılan birçok yazıda da Köprülü'den alınarak kerametler anlatılır duruluyor...
Ahmet Yesevi'nin tarih içindeki büyük işinden daha büyük bir keramet olabilir mi?
İnsanların zihinlerinden geçenleri bilmek; geçmişteki, bugünkü veya gelecekteki bilinmeyenlerle ilgili bilgiler ortaya koyabilmek; sıradan insanların dayanamayacağı şartlara dayanabilmek; biraz daha ileri noktada su üzerinde yürümek; aynı anda birden fazla yerde bulunabilmek; tasavvuf büyükleri için de anlatılan keramet örnekleridir.
Bedeni güçleri zayıflatmak; ruhani güçleri parlatmak yöntemleri ile insandaki denge, ruhani güçlerin lehine bozulduğu zaman olağanüstü bazı yeteneklerin ortaya çıkabildiği bilinen bir konudur. Dolayısıyla İslam tasavvufu yolunda yürüyenlerde de; diğer dinlerin mistik tecrübelerinde de böyle durumlar ortaya çıkabilir. Bunlar asla amaç değildir. Bu olağanüstü haller o insanın ermiş ve olmuş bir insan olduğunun da göstergesi değildir. İmam-ı Rabbani Mektubat adlı eserinde büyük velilerin keramet göstermekten kaçındıklarını; kerametin istemeden zuhura çıktığını ve keramete önem verilmemesi gerektiğini ısrarla belirtiyor. Bu gibi durumların Hint fakirlerinde de görüldüğünü; İslam evliyalarında görülmesinin de önemli olmadığını söylüyor.
Teknolojinin büyük patlamalar ortaya koyduğu günümüz insanına; her gün olağanüstü hallerin içinde yaşayan bilgi çağının bireylerine keramet denilen hallerin ne anlatacağını da yeniden değerlendirmek gerekir.
Tasavvuf yolu dağları devirecek, turna olup uçacak güçler elde etmek için değil, insanı kötülüklerden uzaklaştırıp iyiliklere yaklaştıracak bir yol olarak değerlidir. Bu bakımdan Ahmet Yesevi'nin menkıbevi hayatını incelemeyi ilgili bilim adamlarına bırakalım. Biz düşüncelerini ve önerilerini anlayıp hayatımıza uygulamaya çalışalım, diyorum.
Yol gösterici
Tasavvuf yolları ulaştıran ama zor yollardır. Bu yollar daha önceden aynı yolculuğu yapmış ve yol göstericilik icazeti almış olgun insanlarla yapılırsa ulaştırıcı olur. İşte bu yol göstericilere pir, mürşit veya şeyh gibi ünvanlar verilir.
Tasavvuf yoluna Pir'siz girmektense, girmemek daha iyidir.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Ey kardeş bu yollara pirsiz girme
Hakk'ı anmaktan bir an bile kesilme
Tanrı'dan başkasına gönül verme
Lanetlenmiş şeytan öz yoluna salabilir."
Yesevi atamız tasavvuf yoluna yol gösterici olmadan girenlerin, şeytanın yoluna girebilecekleri konusunda uyarıda bulunuyor.
Tasavvuf yoluna girenlerin her işlerinde Hakk'ı hatırlamaları ve gönüllerinde başkasına yer vermemeleri gerekir. Gönlünde Allah'tan başkasının olmaması işten, güçten, hayattan, insan sevgisinden ve her türlü sevgiden vazgeçmek değildir. Gönlün hedefi Allah'a ulaşmaktır. İşte pir, bu ince yolları işaret edecektir. Böyle bir piri olanın yolu kolay olur.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Pir rızası Hak rızası olur dostlar
Hak Taala rahmetinden alır dostlar
Riyazette sır sözünden bilir dostlar
Öyle kullar Hakk'a yakın olur imiş."
Yol göstericinin, dinin dış hükümlerini bilen ve onlara uyan bir kişi olması ve böyle bir kişiden de "el almış" olması gerekir. Aksi halde gösterdiği kerametlerin hiçbir değeri yoktur.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Ondan sonra bir er gerek iradeli
Olmuş olsa o da bir erden izinli
Dine doğru uyan, kerametli
Öyle erin eteğinden tutmak gerek.
Kim bilmeden bu yolları şeyhim dese
Kerametten velilikten haber verse
Yanlıştır o ruhül-emin bile olsa
Kendini öyle yanlışlardan koruman gerek."
Kendi kendini şeyh, veli, kutub, pir, yol gösteren ilan edenlerden bucak bucak kaçmak gerek... Böyleleri bu dünyayı müminler için zindan haline getirirler.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Şeyhim diye böbürlenen Hakk'a rakip
Benlik eder Yaratan'a olmaz yakın
Bidar olup dertsizlere tabib olur
Bu dünyayı müminlere zindan eyler."
Yalancı şeyhlerin vereceği zarar şeytandan daha çoktur. Yalancı şeyhler, kendilerine bağlanan insanlara da, tasavvuf kurumuna da, nispet edildikleri İslam'a da çok zarar verirler.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Kendini şeyh sanır, bilgisi yoktur
Yirmi beşe yetmemiş daha yaşı
Nasihatlar eder yaşlıya, gence
Kendisi bilmez iyi ne kötü ne.
Onun kötülüğü şeytandan da çok
Mahşer sabahı yüzü karanlıktır
Onların yüzünü görmeyin sakın
Onlar gibi lanetliden el çekin."
Gerçek yol erlerinin yanında, şarlatanların, karnına ateş dolduran mürit soyucuların da çoğaldığı zamanımıza Hazret Sultan'ın seslenişini birlikte okuyalım, düşünelim ve ayık olalım.
Divan-ı Hikmet'ten:
"Fazladan oruç tutar
Halklara şeyhlik satar
İlmi yok görmesi yok
Ahir zaman şeyhleri
Beline kuşak bağlar
Özünü kişi sanır
Yarı yolda bırakır
Ahir zaman şeyhleri
Başına sarık sarar
İlmi yok neye yarar
Oku yok yayı kurar
Ahir zaman şeyhleri
Alayından al eyler,
Malı alır mal eyler
Sahipsiz ömrünü yel eyler
Ahir zaman şeyhleri
Şeyhlik ulu işler,
Hazrete eriştirir
Aş vermez bağrı taştır
Ahir zaman şeyhleri
Miskin Ahmet nerdesin
Hak yolda ne edersin
İlmin yok ne haldesin,
Ahir zaman şeyhleri."
Yolcu
Tasavvuf yollarına gidip bir yol göstericinin gözetiminde, nefsini eğitmek ve gerçeğe ulaşmak çabası içinde olanlara mürit, derviş, sufi gibi adlar verilir. Derviş sözü yaygın olarak kullanılır. Dervişlerin gerçeği olduğu gibi sahtesi de vardır.
Divan-ı Hikmet'te dervişler için müjdeler de vardır, korkular da...
Divan-ı Hikmet'te Gerçek Dervişler:
"Erenler cemal görür
Dervişler sohbetinde;
Erenler meclisinde,
Nur yağar sohbetinde.
Ne dilese o olur
Dervişler sohbetinde;
Her bir sır açık olur
Dervişler sohbetinde
Her kim sohbete geldi,
Erenden payı aldı,
El geldi, biliş oldu
Dervişler sohbetinde.
Kibir ve hased ölür,
İçine sırlar dolar,
Göz açıp Hakk'ı görür
Dervişler sohbetinde.
Rasul'e vahiy geldi,
Başından tacını aldı,
Kalktı hizmet eyledi
Dervişler sohbetinde.
Hoca Ahmed sohbette,
Dem vurur münacâtta,
Zihi hoş saadette
Dervişler sohbetinde."
Bakınız divanda dervişliğin korkulu haline:
"Sufilik öyle midir daima işin gaflet ile
Tesbih tanesi elinde dillerin gıybet ile
Çilpeç sellesi vurursun kötü nefs izzet ile
Sufi-nakş oldun veli, asla Müslüman olmadın."
Yesevi Tasavvuf Yolu
Ahmet Yesevi'nin tasavvuf anlayışını ve bağlı bulunduğu geleneği anlamanın en iyi yolu yine de Hikmetler Divanına başvurmaktır. Yayınlanmış çeşitli "divan"lara alınmış olan "hikmet"lerin tamamı doğrudan büyük öğretici'nin sözleri olmasa da onun etkisiyle oluşan anlayışın ürünü olması, konumuz bakımından çok değerlidir.
Bu açıdan hikmetlere baktığımız zaman Yesevi Yolunun kaynağının doğrudan Yüce Kur'an ve Tanrı Elçisinin sözleri olduğunu görüyoruz. Daha ilk hikmette "isteyenlere dürr ve gevher saçtım" dediği Kuran ve hadislerdir...
Ahmet Yesevi'nin elinden "dolu" içtiği "piri muğan" yani olgun yol gösterici ise doğrudan "Adı görklü Muhammed'dir."
"Bi hamdillah Pir-i muğan mey içirdi.
Pir-i muğan Hak Mustafa bi-şek bilin."
Belirtelim ki; hikmetler Yüce Muhammed'e övgülerle doludur.
Yüce Muhammed'e miraçta da "yâr olan" Allah'ın Arslanı Ali ise "Hoca Ahmed'in" mededkârı'dır. Yani yardım edicisi...
"Hem miraçda yâr bolgan şir-i Hudâ Ali'dür
Hoca Ahmed'e mededkâr şir-i Huda Ali'dür."
Aslan Baba ise Ahmet Yesevi'ye "Hak Mustafa" emanetini teslim eden büyüğü... "Hak Mustafa" emaneti Allah yolculuğunun yol haritası, pusulası ve güç kaynağıdır.
Hasan Basri için hikmetlerdeki ifade kısa ve yalındır: "Nefsini tepti yok etti Hasan Basri." 728 yılında göçmüştür.
Zünnun Mısri İslam tasavvufunun ilk dile gelenlerindendir.
Hikmetlerde "Hak yolunda yok oldu Zünnun Mısri" diyerek Zünnun Mısri'den söz edilir.
Mâruf-u Kerhi yine adı bilinen en eski büyük şeyhlerdendir. Hikmet:
"Mâruf gibi bu yollara ayak bassan."
Mâruf öz babasını müslüman yapan adamdır. Kabri Bağdat'tadır. 815 de göçtü.
İbrahim Ethem hikmetlerde adı çok geçenlerden...Belh ülkesinde sultan oğlu iken durumunu bıraktı, malını dağıttı ve Allah yolcusu oldu. Yolun en büyüklerinden oldu. 782 yılında göçtü.
Hikmetlerde:
"Allah'ı anmak gönüllere sevinç verir
Belh ülkesini dışladı ve aba giydi Ethem.
Gerçek aşıklar geçer olur canlarından
Ethem gibi dağıtıp yok eder malını
Dünya ve ötesini boşa gitsin Ethem gibi."
Bişri Hafi bilinen en eski büyük şeyhlerdendir. 890 yılında göçtü. Hikmetlerdeki söz:
"Sufi gerek batının eylese safi
Kulluk eylese Bişri Hafi misali"
Bayezıt-ı Bistami de adı çok geçenlerdendir. Tasavvuf yolunun en büyüklerindendir. 848 de göçtü.
"Bayezıt gibi aşık ol ve dünyadan geç
Bayezıt gibi gecelere kalk özünü aş
Şeyh Bayezıt yetmiş kere özünü sattı.
Cüneydi Bağdadi 910 yılında göçtü.
Hikmetler:
"Doğru oldu saf oldu Cüneyd, Şıbli
Cüneyd gibi çöller gezip dertlere bas."
Şıbli 945'te göçtü.
Hikmet:
"Şıbli gibi aşık olup sema vursam."
Ve Mansur...
"Ve Mansur" diyorum. Çünkü Hikmetler Divanında Arslan Baba'dan sonra en çok onun adı geçer.
İşte hikmetler:
"Mansur gibi başımı verip aşk dârında
Zatı ulu sahibim sığınıp geldim sana."
"Mansur gibi candan geçip dâra konsam
Dâr üstünde candan geçip Hak desem."
"Tarikatın pazarından nasib alsam
Mansur gibi Enel Hakk'n dava etsem."
"Lâ-Lâ, deyip illallah'a tutkun ol
Mansur gibi Enel Hakk'ı dava kıl."
"Mansur der, Enel-Hak erenler işi doğru
Mollalar der doğru değil gönlüne kötü gelip."
"Şeyh Mansur özbaşını dârda gördü
Nur gönderdi Hakk'n yüzünü orda gördü."
"Yakam tutup Hazretine sığındım geldim
Aşk kapısında Mansur gibiyim işte."
"Aşık Mansur Enel Hakk'ı dile aldı
Cebrail geldi Enel Hak birlikte dedi."
"Enel Hakk'ın manasını bilmez cahil
Bilen gerek bu yollarda temiz mertler."
"Bilmediler mollalar Enel Hakk'ın mânasın
Kâl ehline hâl ilmin Hak görmedi münasib:"
"Şeyh Mansur'un Enel Hakk'ı yersiz değil."
Hikmetler Divanındaki yolu izlediğimizde karşımıza çıkan, Yüce Kur'an'dan, Yüce Muhammed'den, Yüce Ali'den, Mansur'dan ve Aslan Baba'dan akıp gelen yolu görürüz. İşte Ahmet Yesevi'nin tasavvuf yolu bu yoldur...
Hayat
Ahmet Yesevi'nin hayatıyla ilgili kaynaklara ve sözlü birikime dayalı birçok bilgi vardır. Bilgilerin çokluğu arasında gerçeği çıkarmak işin asıl güç yanı...
Birçok kaynak ölüm tarihi olarak 1166'yı verir. Ancak bu tarih bilinen birçok bilgi ile çelişkilidir. Bu bakımdan Kazakistanlı bilgin değerli Muhammetrahim Canmuhammetoğlu ile aynı görüşte buluşarak bu tarihin "ölmeden önce ölüm" ve yer altına girme tarihi olduğunu düşünüyorum.
Yeraltına girdiğinde 63 yaşındaydı. Bu hesap hicri yıla göredir. Miladi 61 diyebiliriz. "Yer altına girdiği tarihten önce kaç yıl yaşadıysa, yer altında da o kadar yaşadı" yaygın görüşünden yola çıkarak 126 yıl yaşadığını söylersek, doğum tarihi 1105 yılıdır.
1105 yılında doğduğu yer bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti'nin Çimkent İl'inin Sayram şehridir.
Sayram o zaman daha canlı ve önemli bir şehirdir. Babası İbrahim Şeyh, anası Karasaç Ana'nın türbeleri yapılı ve bakımlı olarak bu şehirdedir.
Ahmet Yesevi yetim büyümüştür. Ablası Gevher Ana ile çocuk yaşta Yesi'ye yerleşmiş ve burada yedi yaşındayken büyük mürşidi Arslan Baba ile karşılaşmış, ondan Yüce Muhammed'den gelen emaneti almış ve onun eğitimi altına alınmıştır...
"Yedi yaşta Arslan Baba'ya verdim selamı
Hak Mustafa emanetin verin armağan
O vakitte binbir zikrin kıldım tamam
Nefsim ölüm sonsuzluğu uçtum işte
Yedi yaşta Arslan Baba beni buldu
Her sır görüp perde ile sarıp örttü
Allah'a hamd gördüm, deyip öptü
O sebepten altmış üçte girdim yere."
Arslan Baba ile dünya düzeyinde çokça birlikte olamadı.
"Can alıcı Arslan Babam canını aldı
Huriler geldi ipeklerden kefen kıldı
Yetmiş bin melaike yığılıp geldi
O sebepten altmış üçte girdim yere."
Ahmet Yesevi'nin hayatında ve hikmetlerinde Arslan Baba'nın sürüp giden etkisi, mana aleminde onunla bağının kesilmediğini gösteriyor.
Kaynakların anlattığına göre belli bir dönem Horasan'ın en önemli mürşitlerinden "Hocalar"dan Hoca Yusuf Hemedani'ye ulaşmış, onun dört halifesinden birisi olmuş ve dergahın piri durumuna gelmişken, dönüp gelmiş ve Yesi'ye yerleşmiştir.
Yesi'de yolu yeniden oluşturmuştur. Türkçe temelinde ve Türk ruhuna uygun olarak ilk Türk-İslam tasavvuf yolu böylece adı sonradan Türkistan olan Yesi şehrinde başlamıştır.
Yesi, eski Şavkar'dır. Kalesi ve yeri Yassı olduğundan Yassı Kale adı zamanla Yessi veya Yesi'ye dönüşmüştür. Ahmet Yesevi bütün Türkistan'ın piri olunca da adı "Piri Türkistan'ın Şehri" diye anılır olmuş; kısalarak Türkistan olmuştur.
Yesi'de bugün Halvet Mescidi diye anılan yapı Ahmet Yesevi'nin büyük işini yaparken kullandığı merkezdir. Halvet Mescidi bütünüyle yer altında gibidir. Odalarından birinde bir insanın ancak yaşayabileceği küçük bir yer altı odası vardır. Merdivenle inilir. İşte Ahmet Yesevi'nin yer altında 63 yılını geçirdiği yer burasıdır. Bugün de vardır.
Yeraltı odasında 63 yıl geçer mi? İşi doğru anlamak gerek. Bu oda Hazret'in ilk girişinde 60 gün kaldığı, sonradan ise "vaktinin çoğunu geçirdiği" yerdir. Buradan çıktığında penceresi olmayan büyükçe bir oda, belli ki ziyaretçilerini kabul ettiği, görevler verdiği yerdir. Yan tarafta ise banyo ve tuvalet bölümü vardır. Bütünüyle bu bölümler dünyaya kapalıdır.
Ahmet Yesevi, Yesi'de bir okul kurmuş ve burada yetiştirdiği öğrencilerini dünyaya yaymıştır. Tarihin yönünü değiştirmiş, Türklüğün "yeniden dirilişini" sağlamıştır. Ömrünün son yılı sayabileceğimiz 125. yaşında söylediği hikmet de alçak gönülle ve melamet yolunun gereği olarak diyor ki:
"Erenlerden feyz ve fütuh alamadım
Yüzyirmibeşe geldim bilemedim
Hak taala taatların kılamadım
İşitip anlayıp yere girdi Hoca Ahmet."
Hicri takvimle 126 yaş, halk arasında yaygın olarak söylenen yaşıdır. 126. yaşında 63 yıl önce "ölmeden önce tattığı ölümü" yeniden tadarak ötelere göç etmiştir. Tarih 1227 olabilir.
Mezarı üzerine küçük bir türbe yapılmış ve iki asır sonra gelen büyük cihangir Timur tarafından bugünkü türbe ve dergah yaptırılmıştır. Türbesi yüzyıllardan beri ziyaret yeridir. Bu yüzden Ulu Türkistan'da Türkistan şehrine İkinci Mekke denilir.
Yolundan yürüyenler
Ahmet Yesevi'nin yolu sağlığında ve göçmesinden sonra dallanıp budaklanmış; yoldan yeni yolbaşcıları çıkmış; türlü adlarla Türk Dünyasında yaygınlaşmış ve günümüze kadar ulaşmıştır.
Yolun ilk halifesi Arslan Baba'nın oğlu Mansur Ata'dır. Mansur Ata'dan sonra Abdül Melik Ata sonra Tac Hoca sonra Zengi Ata görev yapmışlardır.
İkinci halife Harezmli Sait Ata'dır.
Üçüncü halife Süleyman Hakim Ata, Yesevi yolunun Türkler arasında en tanınmış şeyhi sayılır.
O zaman ki adıyla Rum'da yani Roma coğrafyasında, en tanınmış yol büyükleri Hünkar Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ahi Evran, Edebali ve sonraki dönemlerde Hacı Bayram ve Akşemsettin'dir.
Türkiye'de Siraçlar arasında yaygın adıyla "Hubyar" ve Anadolu ve Rumeli coğrafyasında adı bilinen ve bilinmeyen çok sayıda horasan ereni, alperen, gazi derviş hep Yesevi yolunun yayıcıları ve uygulayıcıları oldular. Şimdi bize düşen onları araştırmak ve gelecek nesillere tanıtmaktır.
Bu yolda Türkistan şehrinde kurulan "Hoca Ahmet Yesevi Kazak-Türk Uluslararası Üniversite" ciddi çalışmalar içindedir. Bu çalışmalar sonucunda Ahmet Yesevi, hayatı, etkileri ve takipçileri hakkında daha aydınlatıcı bilgilere ulaşacağımızı umuyorum.
Kısa adıyla "Ahmet Yesevi Üniversitesi" Türk Dünyası gençlerini Ahmet Yesevi çizgisinde buluşturmak, kaynaştırmak ve Türk Dünyasını bilim çağına ulaştırmak yolunda yürüyor...
Yolun işleri
Yesevi yolundan yürümek isteyenlerin önce bir işlerinin olması gerekir. Ahmet Yesevi onca işi arasında "kaşık ve kepçe yapımcısı" idi...
"Sofi olmayıp neylesin evde yapacak işi yok"
İşi olan işini geliştirmeli, kazancını arttırmalı ve halka "aş" verecek kadar varlığı olmalıdır.
"Sofilik iddia eder halka verecek aş'ı yok."
Yani tembelliğin, işe yaramazlığın adına sofilik denilemez. Sofi yani derviş, yani tasavvuf yolcusu, eğer Yesevi'lik davasında ise önce işini oluşturacak ve halka "aş" verecek duruma gelecektir.
Hikmetlerde çokça geçen "dünyadan kesilmek" dünya nimetlerine tapmaktan uzak olmak demektir. Gerçek müslüman dünyayı başının üstüne koymaz, ayağının altına alır. Kalbinde Allah vardır, elinde ise işi...
İşi olmalıdır ki; halka aş verebilsin. Yani en yakınlaştırıcı ibadet olan "garip, yetim ve yoksullara" yardım edebilsin. Yesevi yolcusu "alan el" değil "veren el"dir. Bunun için de "olan el" olmalıdır.
Yesevi yolcusu "Allah aşkı"na isteklidir; ihlası arar; emeği ile geçinir; başka inançlara hoşgörülüdür ve bilim arayıcısıdır. Bilim yolunda gerçeği arar.
Halka gösteriş yapmadan namaz ve oruç temel ibadetlerdir. En çok sabah namazı üzerinde durulur.
"Ne hoş tatlı seher vakti olanda
Baldan tatlı Hû adı seher vakti olanda."
"Gerçek gönülle namaz kıl ki Allah bilsin."
Yesevi yolunda zikir vardır. Zikir Allah'ı anmak demektir.
"Lailahe illallah" denilir... "Allah" denilir. "Hu" yani "O" denilir. "Entel hadi Entel Hak" denilir.
Zikredenlere Allah vaat etti:
"Zikredin ki sizi zikredeyim" dedi.
Zikir sessiz de olur, sesli de... Erre zikri de vardır. Bıçkı zikri de denilir.
"Allah'ın adını söyler kullar anlam ile
Anlamsıza asla kullar salmaz olur
Allah diyen âşık kullar devamlı
Hakk'ı anmaktan zerre gafil olmazlar."
Yesevi yolunda zikrin anlamı bilinecektir. Yani ibadet eden kişi ne dediğini bilecek, anlam zihninde canlanacak ve böylece yarar doğacaktır.
Sohbet yolun esaslarındandır. Bilenler ve olgunlar söyleyecek, kalanlar dinleyecektir. Sohbet, adabıyla yürüyecektir.
"Erenler cemal görür
Dervişler sohbetinde
Erenler meclisinde
Nur yağar sohbetinde.
Ne dilese o olur
Dervişler sohbetinde
Her bir sır açık olur
Dervişler sohbetinde
Resule vahiy geldi
Baştan tacını aldı
Kalktı hizmet eyledi
Dervişler sohbetinde."
Yesevi yolunda "candan geçip" sema vurmak vardır. Sema, sima, samah, raks aynı eylemin değişik adlarıdır.
"Şıbli gibi sema vurup candan geçtim."
"Melekler toplanıp bir gün sohbet kurdu
Raks ve sema vurmak için yürüdü
Miraç üste Hak Mustafa bunu gördü
Şimdi ben de raks ve sema edesim gelir."
Ancak sema dünya için olmamalı. Yani gösteriş için, yani dünyalık için.
Dünya tepmeden raks ve sema yapan cahil
Hak yâdını bir an demez yürür gafil
Dervişim der gönlü dünyalıktadır
Dünya için raks ve sema vurur dostlar.
Kendinden geçmeden raks ve sema yapmak hata.
Sema ve raks da eğer kendinden geçip Hakk'a erişme yoksa, anlamı yok. Her işte olduğu gibi bu işlerde de "ihlas" gerek, yani içtenlik.
Yesevi yolunda yalnız da toplu da zikir yapılır. Meclis kurulur, halka oluşur...
Cemalini isteseniz ey zikredenler
Candan geçilip halka içinde görün dostlar.
Halka varsa, meclis varsa, zikir, sema ve raks varsa "çeng ve rebab" olmaz mı? Ham ervah ne der bilemem. Ama vardır. "İşler niyetlere göredir."
Ruhlarının gıdasıdır çeng ve rebab
Ahı çıksa yedi iklimi viran kılar.
Çeng ve rebab o dönemin ve o iklimin sazları. Kopuz da olur, saz da, bağlama da... Medine kadınları Yüce Muhammed'i teflerle, şarkılarla karşılamıştı. Ne de hoş karşılamışlardı...
Kimse aldanmasın... Yesevi yolunda mücahade de var, riyazet de... Eğer gerçeklere erişmek, kapıları açmak, ötelere ulaşmak isteniliyorsa...
Mücahade çetindir, riyazet de...
Yesevi yolu bir iklim sağlar ve bu iklimden herkes nasibince yararlanır. İsteyen, dayanıklı olan, mektebde kalır, öğretmen olur. İsteyen dersini alır, açılır gider, isteyen nasibindeki aza razı olur, yolundan yürür.
Herkese istediğince ve nasibince...
Hikmetlerden seçmeler
Bismillah
Bismillah diye başladım hikmet dedim
İstekliye inci cevher saçtım işte
Riyazeti sıkı tutup kanlar yutup
İkinci defter sözünü açtım işte.
TÜRKÇE SÖYLEDİM
Türk dili
Sevmiyorlar alimler
Sizin Türkçe dilini
Ariflerden dinlesen
Açar gönül ilini.
Ayet hadis anlamı
Türkçe olsa anlarlar
Anlamına erenler
Başı eğip dinlerler.
Miskin kul Hoca Ahmet
Yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de
Sevip söyler Türkçeyi.
ALLAH’A GİDEN YOL İNSAN
Kullarının kulu ol
Allah diyen kullarının kulu ol
Toprak gibi yollarının yolu ol
Aşıkların yanıp uçan külü ol
Hak cemalin göstermese ne olur.
Allah’ı görmenin yolu
Söz söyledim kim isterse Hakk'ı görmek
Canı cana bağlasın damarı katsın
Garip, yetim, fakirlerin gönlün alsın
Gönlü bütün insanlardan kaçtım işte.
Nerde görsen gönlü kırık merhem ol sen
Öyle mâzlum yolda kalsa hemdem ol sen
Mahşer günü dergahına mahrem ol sen
Ben-bencillik güdenlerden kaçtım işte.
Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
O gece mirac oldu Allah'ı gördü
Geri geldi fakirlerin halin sordu
Gariplerden iz arayıp indim işte.
Ümmet olsan gariplere uyar ol sen
Ayet hadis kim söylese duyar ol sen
Günlük rızık ne verirse doyar ol sen
Doyar oldum şevk şarabın içtim işte.
Medine'ye Resul varıp oldu garip
Gariplikte sıkıntıyla oldu habib
Cefa çekip Yaratan'a oldu karib
Garip oldum ötelerden aştım işte.
Akıllıysan gariplerin gönlünü al
Mustafa gibi eli gezip yetim bul
Dünyaya tapan soysuzlardan uzak ol
Uzak oldum derya oldum taştım işte.
Garip, fakir, yetimler
Garip, fakir, yetimleri sevindirin
Parçalayıp aziz canı ondan verin
Yemek bulsan sevinerek sofra serin
Hak'tan duyup bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri kim sorarsa
Razı olur o kulundan Yüce Allah
Ey bilmeyen sen sebepsin özün gizler
Hak Mustafa öğüdünü dedim işte...
AŞK YOLLARI (1)
Aşk ve melamet
Aşk kapısı Mevlâm açtı bana değdi
Toprak etti hazır ol diye boynum eğdi
Yağmur gibi melâmetin oku değdi
Ok saplandı yürek bağrım deldim işte.
Sonsuzluk dersleri
Gönül gözü parlamadan taat kılsan
Dergahına makbul değil bildim işte
Hakikattan bu sözleri tam öğrenip
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Bir ve Var'ım dersler verdi perde açtı
Yer ve Gökte duramadı şeytan kaçtı
Sofra kurup vahdet içkisi içerek
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Aşk makamı türlü makam akıl ermez
Baştan ayağa zorluklar sıkıntılar
Melâmetler ihanetler kılsa geçmez
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Aşk belası başa düşse inler eyler
Aklı alır, şaşkın kılar hayran eyler
Gönül gözü açılırda ağlar eyler
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Ağlar idim seher vakti bir ses geldi
"Didarımı göstereyim" vâde kıldı
Aklım aldı şaşkın kılıp aşkın verdi
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Allah derdi satılmaz ki satın alsan
Olgun mürşit yolunda toprak olmasan
Hak yoluna girmek olmaz pak olmasan
Sonsuzlukta Hak'dan dersler aldım işte.
Tevbe kılan âşıklar
Tevbe kılıp Hakk'a yanan âşıklara
Uçmağ içre dört kaynakta şerbeti var
Tevbe kılmaz Hakk'a yanmaz gafillere
Dar kabirde katı azab hasreti var.
Uçmağ yeri uman kullar tevbe kılsın
Tevbe kılıp Hazretine yakın olsun
Cennet halkı hepsi ona yardım kılsın
Elvân elvân giyer şeref hil'atı var.
Tevbe kılan âşıklara nuru gelir
Gece gündüz oruçluysa gönlü parlar
Öldüğünde mezarın da geniş olur
Ogan İz'im Rahim Rahman Rahmeti var.
Tevbesizler bu dünyadan gitmez sanır
Öldüğünde kabirlere girmez sanır
Kıyamette seher vakti gelmez sanır
Heyhat heyhat feryad ediş günleri var.
Âşık ol sen
Zahit olma âbid olma âşık ol sen
Mihnet çekip aşk yolunda sadık ol sen
Nefsi tepip dergahına layık ol sen
Aşksızların ne cânı var ne imânı.
Aşk derdini herkese deme
Aşk derdini dertsizlere demek olmaz
Bu yolların ötesi çok geçmek olmaz
Aşk cevheri bilmeyene satmak olmaz
Habersizler aşk kadrini bilemezler.
Sevenlere didar var
"Kul'um" deyip yananları sever Allah
Hak gösterir didarını şahit Allah
Nerde olsa tesbihleri "Şey'an lillah"
Ne bulursa Hak yoluna ihsan kılar.
Âşık ol
Hoca Ahmet zahit olma âşık ol sen
Bu yollarda ayık yürü sadık ol sen
Leyla Mecnun Ferhat Şirin Vamık ol sen
Aşk olmadan Hakk'ın yüzü görülemez.
Tanrı arif âşık ile söyleşir
Arif âşık şevki ile kıyamette
Tanrısına söz ve cevap kılar imiş
Bu alemde çektiği cefalarını
Göğsün yarıp Hak yanına salar imiş.
"Bu alemde kıldın beni halka rüsva
Didârı görürsün diye kıldın şeydâ
Alem halkı düşman kılıp verdin kavga"
Tanrısına varıp sözler söyler imiş.
Didârımı istiyorsan gece yatma
Bu dünyanın lezzetinden zerre tatma
Halden sorsa nâdânlara sırrı satma
Böyle erlere sırlar açılır imiş.
Didârımı istiyorsan arşa bak sen
Arş üstünde ahın ile ateş yak sen
Ümmet'sen Muhammed kapısına bak sen
Sübhan Igem gerçek aşkı sınar imiş.
Dinleyip âşık raks ve sema vurunca
Yedi gökten melekler de hep gelince
Arş ve kürsü levh kâlem yardım edince
Yer deprenip Hakk'a ağlar olur imiş.
Âşıklık davası
âşıklık davası kılan kişiler
Maşukundan zerre gafil olamazlar
Aşk cevheri dipsiz derya içindedir
Candan geçmeden cevherden alamazlar.
Cevher alır dalgıç eğer candan geçse
Şeyda olup aşk şarabın her kim içse
Nice aylar nice günler eğer geçse
Aşkın gülü açılır asla solamaz.
âşık olup bulam desen Hak yolunu
Saklar ol sen aşk bağında sır gülünü
Mihnet ile sınarmış iyi kulunu
Gerçek âşıklar ondan gönül alamaz.
Hoca Ahmet kabul kıldı saklanmayı
Kabul kıldı aşk odunda tutuşmayı
Canı verip satın aldı yanmaklığı
Gerçek sözdür asla bunun yalanı yok.
Ey dostlarım aşk dalgıcı olmayınca
Vahdaniyet deryasına girmek olmaz
O deryanın cevheridir Hakk'a varmak
Candan geçip girmeyince görmek olmaz.
Himmet bağı can beline bağlamazsan
Mâsiva sevgisini içten atmazsan
Göz yaşıyla niyaz edip yalvarmazsan
Sırlar yolun merdanlardan bilmek olmaz.
"Onlar sever" şarabını içmeyince
"Onları sever" libası giymeyince
Riyazetin potasını boğmayınca
Hak cemalin muradınca görmek olmaz.
"Allah ile" makamına ermeyince
"En temutu" sarayına varmayınca
"Fenafillah" deryasına girmeyince
"Bekabillah" gevherinden almak olmaz.
Şeriatın giyimini giymeyince
Tarikatın burağına binmeyince
Cezbe coşku alemine varmayınca
Hakikatın meydanına girmek olmaz.
Merdânların muradıdır Hakk'ın yüzü
Hakk'ın yüzü gerekse, ol uykusuzu
Hoca Ahmet seherlerde yaş kıl gözü
Uyuyarak Hak yüzünü görmek olmaz.
Âşık odur
Muhabbetin şevki ile yar istegil
Oruç namaz Ogan'ımın farzı olur
Mahşer yeri adaletle sarar olsa
âşıkların Bir Tanrı'ya arzı olur.
Arzı şudur Tanrı'sına bin yalvarır
"Hâlim gör" der yaşın saçıp da haykırır
Nara atar Mahşer yerin âbâd eder
âşıkların gönül âhı borcu olur.
Gerçek âşık daim diri ölen değil
Ruhları da yer altına giren değil
Zahid âbid bu manayı bilen değil
Gerçek âşık insanların Hızrı olur.
Zerre aşkı kime düşse nâlân eyler
Göz yaşını akıtarak ummân eyler
Her ne bulsa Hak yoluna ihsân eyler
Cimrilerin düşmanlığı buğzu olur.
Gizli yürür kime baksa âşık eyler
Lutf eylese yalancıyı sâdık eyler
Hak'tan korkan dergahına layık eyler
Dışı görmez bâtın içre gözü olur.
Hoca Ahmet malı yoktur adak başı
Tanla varsa Rabbe armağan göz yaşı
Acz ve niyaz kırılmışlık onun işi
Kanlı yaşı sarı yüzü özrü olur.
Âşıkların işleri
On sekiz bin alemde
Hayran olan âşıklar
Bulmaz maşuk ışığın
Şaşkın kalan âşıklar.
Her an başı dönerek
Gözü halka dönerek
Hû-Hû diye kavrulup
Ağlar olan âşıklar.
Yanıp yanıp kül olan
Aşkında bülbül olan
Kimi görse kul olan
Mertler olan âşıklar.
Yol üstünde hak olan
Sineleri çak olan
Zikir yapıp pak olan
İnler olan âşıklar.
Bele himmet bağlayan
Yürek bağır dağlayan
Feryad edip ağlayan
Giryan olan âşıklar.
Gahi yüzü sararıp
Gahi yolunda garip
Tesbihleri "Ya Habib"
Cevlan olan âşıklar.
Hoca Ahmet âşık ol
Sıdkın ile sadık ol
Dergahına layık ol
Canan olan âşıklar.
Âşıkların
Yüce Tanrım buyruk verse kudretiyle
âşıkları dava kılar yürür gider
Mahşer yeri efgan ile yaşlar döküp
Kendisine günahlı der yürür gider.
âşıkların Hak yanında yüz nâzı var
Na'ra atsa zerre asla kalmaz yanar
Oruç namaz tesbihleri Yüce Allah
Bâtınların söyler olur yürür gider.
âşıkların göz yaşları bağ ve bostan
Bülbülleri söyler durur daim destan
Dışlarını bozar yürür hane viran
Hak kudreti inşâ kılar yürür gider.
Muhabbetin Burakına binip gider
Öyle âşık tarikatta cevlan kılar
Sır şarabın içip ezel ruhu kanar
Aşk bahsinde söz söyleyip yürür gider.
âşık olup Hikmet dedi Hoca Ahmet
Sıdkı ile dinleyene yüzbin Rahmet
İman verir ona Tanrım tâç ve devlet
âşık gönlü safa olur yürür gider.
Aşksızlar
Aşksızların hem canı yok hem imanı
Resulullah sözü dedim odur kânı*
Nasıl desem dinleyip de bilen hanı
Habersize desem, gönlü taştır dostlar.
Aşkın yolu
Didar için canı kurban kılmadıkça
İsmail'ce didar arzu kılman dostlar
Candan geçip tarikata girmedikçe
âşıkım diye yalan söz kılman dostlar.
âşıklık ulu sözdür desen bunu
Mihnet ile sınar imiş Mevlam seni
Üzüntüler ile olsan tünü* günü
Sevdiğinden gönül özge kılman dostlar.
Benlik ile tarikata girmediler
Can geçmeden yola adım atmadılar
Nefs ölmeden teslim fani olmadılar
Tamahkarlık ile yola girmen dostlar.
İşbu aşkın yolu dilim dilim olmak
Burada ağlayıp ahirette gülmek
Gül'ce renklerin zeferan gibi solmak
Böyle olmadan aşk sözü demen dostlar.
Mürşitlerin söylediği yolları seç
Bildiğimce yola girdim deme sakın
İyi bilsen tarikatta tehlike var
Kılavuzsuz bu yollar girmen dostlar.
Mürşitlerle yola girsen nefse afet
Değme nadan bu yollara dayanamaz
Sadık kullar bu yolları bilir rahat
Diri ölmeden didar dilemen dostlar.
"Yalancılar ümmet değil" dedi size
O Muhammet Hak Resulü idi bize
Yalancıya cenneti yok Tanrı tanık
Yalan sözle imansızca gitmen dostlar.
Hoca Ahmet özden geçmeden söyleme
Halk içinde "âşıkım" diye söyleme
Bu âşıklık ulu iştir uyanık ol
Gafil olan Hak didarın görmez dostlar.
Âşıkların kabir hali
Gelin dostlar Allah adın daim deyin
Allah adı gönülleri açar dostlar
Estağfir ve istigfarı daim deyin
Lanet şeytan ten mülkünden kaçar dostlar.
Lanet şeytan size düşman ayık olun
Gece Allah gündüz Allah deyin ölün
Dar kabire girilince nura dolun
Meleklerde Allah nurun saçar dostlar.
Allah nuru kabr içini aydınlatır
Melekler de karşısında hazır durur
Mümin kullar görüp onu hayran olur
Bu alemin ışığından geçer dostlar.
Bütün ruhlar toplanırlar kutlu kula
Toplananlar uğraşırlar kutlamağa
Dua kılıp yıkanınca kalır tekce
Ruhlar sevinerek kucaklarlar dostlar.
Yedi adım atıp sonra Münker-Nekir
Heybet ile girip gelir kahırlıca
İki gözü ateş gibi bakıp durur
Nuru görür saygıyla kucaklar dostlar.
Münker-Nekir sorusormaz nâle eder
Göz yaşını akıtarak jâle eder
Hak adını söyler özün vâle eder
Kanat çırpar havalanıp uçar dostlar.
Allah'a hamd iyi geldi biz kurtulduk
Kabir içinde azaplardan uzak olduk
Nice yıllar ölü idik de dirildik
Dua kılıp Hakk'a kapı açar dostlar.
Taat kıl
Hak'ka yanıp mümin olsan taat kılgıl
Taat kılan Hak didarın görür dostlar
Yüz bin bela düşer olsa da inlemez
Ondan sonra aşk sırrını bilir dostlar.
AŞK YOLLARI (2)
Aşk ateşi
Aşk ateşi gizli tutar, saklar idim
Can yandırdı yürek bağır kebap etti
Pirden yardım olmaz olsa şimdi bana
Bu dert bizi dostlar hadsiz harap etti.
Aşktan haber
Ey dostlarım yürek ciğer oldu kebap
Hakikatlı âşık candan geçer olur
Aşk ateşi gönül evi kıldı harap
O sebepten akıl fikir gider olur.
Aşksız kişi adam değil anlayınız
Sevgisizler şeytan kavmi dinleyiniz
Aşkdan başka sözü eğer söylerseniz
Elinizden iman İslam gider olur.
Meyhaneye giren âşık sırrı açık
Bağrı pişer yaşı akar gözü ağlar
Boşta yürür nerde olsa hane viran
Şeksiz bilin vahdet meyi içer olur.
Ömrü boşuna gidenler aşkı bilmez
Candan geçen divaneyi göze almaz
Hu sohbeti kuran yere koşup gelmez
Can ve gönlü taştan beter katı olur.
Allahın sevdiği daim ağlar yürür
Hak'tan korkar razın söyler seher durur
Yahya gibi durmaz ağlar matem tutar
Bu dünyayı arkalara atar olur.
âşıkların işi odur söz ve güdaz
âşıkların istekleri oruç namaz
Mahşer günü göz yaşıdır Hak'ka niyaz
Arif âşık derd ve elem tartar olur.
âşıkları melametten kaçmaz olur
Nâdânlara iç sırrını açmaz olur
Namertlere inci cevher saçmaz olur
İçlerine acıları atar olur.
Hoca Ahmet Hak sözünü söyler daim
Hak'tan özge sözler demek olmuş haram
Oruç tutsa yeri olur Daru's selam
Bağışlanma denizine batar olur.
Âşıklar yolu
Yola giren erenlerden yol sormadım
Ağlamadım ey dostlarım hata ettim
Hak, zikrini gece gündüz söylemedim
Ey dostlarım öz canıma cefa kıldım.
Allah yadı gönülleri aydınlatır
âşıklara Allah kendi vaadeyledi
Aşkın yeli Mustafa'ya armağandır
O sebepten göz yaşımı tanık kıldım.
Allah dedi: "âşıklarım Burak birer
Hak zikrini söyleyene Rahmet yağar
Çok ağlayan didarımı mutlak görür
Mahşer günü didarımı bağışladım."
Dertsiz adam adam değil bunu anla
Aşksız adam hayvan cinsi bunu dinle
Gönlünüzde aşk bolmasa bana ağla
Ağlayana hâs aşkımı bağışladım.
Kul olursan ben-benliği sakın dışla
Seherlerde canına kıy durma işle
Yoldan çıkıp sapanları yola başla
Bir nazarda dillerini safa kıldım.
Hak'ka âşık olup dedi Hoca Ahmet
Sadık olup dinleyene yüz bin Rahmet
Dua ettim görmeyiniz mihnet zahmet
Akıllıysan bir söz ile edâ kıldım.
Gerçek âşıklar
Muhabbet deryasında dalgıç olup
Marifet cevherini almak isterim
Tarikatın meydanında kanat çırpıp
O Tuba dallarına konmak isterim.
O Tuba ağacını eksen de bitmez
Allah diyen âşık kuldan kusur gelmez
Gerçek âşık eren asla yolda kalmaz
âşık olup Allah yad kılmak isterim.
Tecellinin nuru ile aklı şaşan
Allah diye gönül bağlayıp dağ aşan
Muhabbet ateşiyle kaynayıp taşan
Ben de Allah deyip varmak isterim.
Allah yadı gönüllere sevinç verir
Belh mülkü terkederek çul giydi Ethem
Çul giyerek hidayete ayak bastı
Hidayete böylece varmak isterim.
Çul giyen ol azizleri Hak sever
Sırları da dükkan içre Hak'kı bulur
Ahlarından dağlar dilim olup akar
Selim olup çulları giymek isterim.
Selim olup saf oldu Cüneyd, Şıbli
Nefsi tepti yok etti Hasan Basri
Halkı koyup fani oldu Zünnun Mısri
Azizlerin yoluna girmek isterim.
Allah yadı kibirlenme evin yıktı
Pirlerimiz bu halkayı görklü yaptı
"Hu" deyince kötülükler uzaklaştı
Ben dahi o halkada olmak isterim.
Şevk şarabını içtim de harap oldum
Muhabbetin ateşinde kebap oldum
Didarını nasip etse izim Vehhab
Darusselam saraya girmek isterim.
Hoca Ahmet cevherlerden hikmet dedi
Azizlerden övgü ile söz söyledi
Uzun gece güne kadar kıyam etti
Dua kılıp hikmetler demek isterim.
Kim âşık, kim sevilen
Dertlilere benim ilaç benim derman
Hem aşığım hem sevilen benim canan
Rahm eyleyim adım Rahman zatım Sübhan
Bir nazarda içlerini safa kıldım.
Âşıklar cehennemi söndürür
Sevgi kadehinden içen divaneler
Kıyamette ağzından od saçar dostlar
Kudretle yaratılan yedi cehennem
âşıkların narasından kaçar dostlar.
Cehennem ağlar yalvarır Allah'ına
"Takatım yok âşıkların bir ahına
Kaçıp varayıp Yüce Hakk'ın yanına"
âşıkların yaşı ile söner dostlar.
âşıkları aşk dükkanını kurarlar
Yaşın saçıp göğsün açıp yüzün sürer
İnşallah cehennem de korkar kaçar
Yedi gökler dayanamaz göçer dostlar.
Hoca Ahmet âşıksızların işi kötü
Seher varsa Hak göstermez ona yüzü
Arş ve kürsü levh ve kalem hepsi üzgün
Aşksıza cehennem kapı açar dostlar.
Âşık eyle
Aşk yolunda yok olayım Hak Bir ve Var
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım
Elim açıp dua kılsam İzim Cebbar
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Gül aşkının bahçesinde bülbül oldum
Elvân elvân diller ile ben inledim
Bütün işten âşıklığın zordur bildim
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Aşkı değse yandırırmış can ve teni
Aşkı değse viran eyler ben benliği
Aşk olmasa bulmak olmaz Mevlam seni
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Aşk defteri sığmaz dostlar dergahına
Cümle âşık toptan varır bargahına
Yedi cehennem dayanmaz ahına
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Hâs aşkını göster bana şükredeyim
Zekeriya "erre"siyle zikredeyim
Eyyub gibi belalara sabredeyim
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Cilve kılgıl tilbe kılgıl şeydâ kılgıl
Mecnun kılgıl, el ve halka rüsva kılgıl
Işık göster pervâne dek yanık kılgıl
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Nerden bulsam aşkın düştü kararım yok
Aşk övgüsün gece gündüz koyarım yok
Dergahından özge yere vararım yok
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
âşıklığı dâva kılıp yürümedim
Nefsten geçip Hak emrini kılamadım
Nadanlıkla Hak emrini bilemedim
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Hoca Ahmet aşktan katı bela olmaz
Merhem sürme aşk derdine deva olmaz
Göz yaşından özge kimse tanık olmaz
Her ne kılsan âşık eyle ey Allah'ım.
Aşkın
Aşkın kıldı şeyda beni
Cümle âlem bildi beni
Kaygum sensin gece günü
Bana seni gerek seni.
Teellallah zihi ma'ni
Sen yarattın cism ve canı
Kulluk kılam gece günü
Bana seni gerek seni.
Gözüm açtım seni gördüm
Tüm gönlümü sana verdim
Yakınları terk eyledim
Bana seni gerek seni.
Söylesem ben dilimdesin
Gözlesem ben gözümdesin
Canımda ve gönlümdesin
Bana seni gerek seni.
Feda olsun sana canım
Döker olsan benim kanım
Ben kulunum sen sultanım
Bana seni gerek seni.
Alimlere kitap gerek
Sofulara mescid gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni.
Gafillere dünya gerek
Akıllıya ukba gerek
Vaizlere minber gerek
Bana seni gerek seni.
Alem bütün uçmak olsa
Tüm huriler karşı gelse
Allah benden razı olsa
Bana seni gerek seni.
Uçmak girem cevlan kılsam
Ne hurilere göz atsam
Onu bunu ben ne kılsam
Bana seni gerek seni.
Hoca Ahmet benim adım
Gece günü yanar odum
İki cihanda umudum
Bana seni gerek seni.
Aşksız yol almak olmaz
Yüce Allah âşıklara verdi aşkın
Şükrederek yanıp tutuştum işte
İki âlem gözlerimde haşhaş tane
Görünmedi yalnız Hakk'ı sevdim işte.
Candan geçip yalnız Hakk'ı cana kattım
Ondan sonra derya olup taştım işte
Sonsuzluğa yolcu oldum makam aştım
Dünya ukba yüzbin talak koydum işte.
Hak önünde olgun akıl sözü olmaz
Aşk şiddeti coştuğunda bir an durmaz
Pervane gibi yanarsa kendi bilmez
Bu sırları canane'den duydum işte.
Tarikatın yollarının ötesi çok
Pak aşkına ulaşmadan yürümek yok
Allah yüzü görünemez uyuyarak
Uyumadan didarını gördüm işte.
Tarikatın yolu katı, tuhaf, şaştım
Başım katı Olgun Pir'e doğru kaçtım
Pir eteğin tutup gizli gözü açtım
Rüsva olup yolları yürüdüm işte.
Tarikatın yollarıdır tuhaf ulu
Nasip kıldığı kuluna olur yakın
Zerresine dayanamaz yedi tamuğ
Ey yaranlar aziz candan doydum işte.
Hakikatın manasına eren kişi
Şaşkın olur tutuşarak içi dışı
Kanlı akar gözlerinden akan yaşı
Göz yaşım armağan kılıp vardım işte.
Şeriattır âşıkların efsanesi
Arif âşık tarikatın incisidir
Nere varsa cananesi yoldaşıdır
Bu sırları arş üstünde gördüm işte.
Mansur
Aşk yolunda âşık olup Mansur geçti
Belin bağlayıp Hak işi sıkı tuttu
Melametler ihanetler çok işitti
Ey müminler ben de Mansur oldum işte.
âşık Mansur "Enel Hakk"ı dile aldı
Cibril gelip "Enel Hakk"ı birge dedi
Cibril gelip "başın" diye yola saldı
Darda olup Hak yüzünü gördüm işte.
Mansur geldi dar eğilip kendi aldı
İç gözü açık olanlar hayran kaldı
Nur gönderdi Allah özü nazar kıldı
"Vay âşıka" didarını gördüm işte.
Nida geldi o şol dara "çok boğmagıl"
Sıkı durgil her yan bakıp sen ağmagıl
Taşa dedi "emrim tutup sen tegmegil"
Levh-i Mahfuz tahtasında gördüm işte.
Üçyüz molla gelip yazdı çok rivayet
Şeriatdır ben yazayım bir rivayet
Tarikatda hakikatta hak himayet
Başım verip Hak sırrını bildim işte.
Enel Hakk'ın manasını bilmez nâdân
Bilgin gerek bu yollarda pak-ı merdan
Akıllı kul Hakk'ı yadını dedi candan
Candan geçip Cananeyi sevdim işte.
İma kıldım bilen olsa mana alsın
Kal ilminden yazıp dedim nişan kalsın
İnci cevher sözlerimi içe alsın
Hal'den dedim âşıklara verdim işte.
Kimsesiz Mansur horlukla oldu eda
Bir söz ile yaranlardan oldu cûda
Hal dilini kimse bilmez Tanrım tanık
Kanlar yutup bende tanık oldum işte.
Şah Mansur'un "Enel Hakk"ı yersiz değil
Erenler bizim gibi günahlı değil
Soysuz olan bu sözlerden anlar değil
Anlar olup Hak kokusu aldım işte.
Bir seherde garip Mansur çok ağladı
Nur gönderdi Allah özü rahmeyledi
Ondan sonra kırklar baktı şarap verdi
Bilenlere bu sözleri dedim işte.
Mansur’a feryad
Durmaz âşık Hu derler
Allahına yalvarıp
Yürür O'nun aşkında
Gece gündüz sararıp.
Mansur bir gün ağladı
Erenler rahm eyledi
Kırklar şerbet içirdi
Mansur değeri bilip.
Mansur der ki "Enel Hak"
Erenler için doğru
Mollalar der yanlıştır
Gönlüne kötü alıp.
Söyleme Enel Hakk'ı
Kafir oldun Mansur der
Kuran içre budur der
Öldürdüler taş atıp.
Bilmediler mollalar
Enel Hakk'ın manasın
Kâl ehline hâl ilmin
Hak görmedi münasip.
Rivayetler yazıldı
Onun halin bilmedi
Mansur gibi evliya
Koydular dâra asıp.
Sapıtmış der mollalar
Şeyh Mansur öldürüldü
Kafir diye öldürdü
Üç yüz molla toplaşıp.
Külün göğe savurdu
Atıp deryaya saldı
Zevk denizi kabardı
Aktı derya kaynaşıp.
O gündeki o derya
Kıldı efgan vaveylâ
âşıklara Allahım
Kılsın didarın nasip.
Alem halkı toplandı
Mansur'a feryad kıldı
Mansur yâranı kaldı
Kaldı orda ağlaşıp.
Tevbe kıl Hoca Ahmet
Olur Hak'tan inâyet
Yüz bin evliya geçti
Sırrı sırra ulaşıp.
Gerçek aşk
Muhabbet bağını gezmeden âşık olmaz
Hârlık zârlık çekmeyince nefsin ölmez
Damlaya razı olmadan inci olmaz
Razı olup has cevherden aldım işte.
Aşk oduna yanar âşık rengi uçar
Ötelere doğru gider burdan göçer
Burda olan düğümleri orda açar
Resul dünya cife dedi koydum işte.
Hakikatli âşıkların rengi soluk
Aynalara nazar kılsa ondan parlak
Özü hayran, gönlü viran, gözü yaşlı
Kudretine hayran olup kaldım işte.
Allah dedi, "çok ağla görürsün beni
Sen ağlasan kulum diye derim seni
Candan geçip beni ister âşık hani"
İlham geldi çın kulağa aldım işte.
Gerçek gönülle yanana didar ata
Yalan âşık yola girse hepsi hata
Gerçek âşık gözü yaşlı öne eğik
Eğilerek yer altına girdim işte.
Hakikatli gerçek aşığa armağan
Mahşer günü nasılsın diye sorarım
Şefi olup şefaati ben kılarım
Rahmetinden ümit kılıp geldim işte.
Hoca Ahmet Hak yadını de daima
Hak'tan korkup durmadan ağla daima
Namazı kıl orucu tut sabah akşam
Böyle yapıp muradıma erdim işte...
GÖSTERİŞTEN UZAK OL
Yalan âşık
Aşık davasın bana deme yalan aşık
Aşık isen bağrın içre göz kanı yok
Muhabbetin şevki ile can vermese
Boşa geçer ömrü onun yalanı yok.
Aşk bağını emek verip yeşertmesen
Horlanarak kötü nefsi öldürmesen
Allah deyip içe nuru doldurtmasan
Allah tanık sende aşkın nişanı yok.
Zalimler ve bizler
Nâdânlara geçmez sözüm budur hikmet
Adamım der belin bağlar hani himmet
Dünya için bir birine kılmaz şefkat
Zalimlere esir olup öldüm işte.
Zalimlerin ne haddine, bizde günah
Dervişlerin hali kötü geçmez dua
O sebepten Padşah kılar bize cefa
Ayet hadis manasından dedim işte.
"Zalim eğer zulm eylese bana ağla
Yaşın saçıp bana sığın belin bağla
"Haram, şüphe terk ederek yürek dağla"
Zalimlere yüzbin bela verdim işte.
Sana ceza Yaratana yalvarmadın
Allah deyip geceleri inlemedin
Hakikatin sözlerini dinlemedin
Zalimlerin elin uzun kıldım işte.
Ey habersiz Hakk'a gönül yürütmedin
Dünya haram ondan gönül soğutmadın
Nefsten geçip Hakk'a doğru yönelmedin
Bu nefs için zâr ve hayran oldum işte.
Zalimden şikayet etme sen zalimsin
Gösterişdir tesir etmez halka sözün
Dünya malın dolu verdim doymaz gözün
Hârisleri cehennemi saldım işte.
Yalan şeyhler
Olgun değil şeyhim diye dava kılar
Kendi yapmaz halk içinde öğüt kılar
Sözü yalan dünya için hava kılar
Çıkarcıdır hangi ilmi bilse olmaz.
Nasıl iştir şeyhim diye dava kılmak
Seccadeyi halk içinde tura salmak
Kendi bilmez bu manaya nefsi vurmak
Dalgıç değil inci cevher alsa olmaz.
Yalancı şeyh
Tezvir ağı kurup halkı yoldan vurdun
Şeyhlik kılp gösterişle dükân kurdun
Eğlenerek şeytan ile devran sürdün
Allah yüzü sana niçin gösterilsin.
Hakk’a rakip şeyh
Şeyhim diye baş kaldıran Hakk'a rakip
Benlik eyler süphanına olmaz habib
Boştur işi dertsizlere olur tabib
Bu dünyayı müminlere zindan eyler.
Gösterişçi son demi
Oruç tutup halka gösteriş yapanlar
Namaz kılıp eline tesbih alanlar
Şeyhim diyerek başka bina kuranlar
Son deminde imanından da ayrılır.
Son zaman şeyhi
Son zamanın şeyhi düzer dışlarını
Zühd ve takva kılmaz bozar içlerini
Keramet der satar gaflet düşlerini
Gösterişle halka özün satar dostlar.
Gösterişten uzak ol
Derviş isen ibadet et etme riya
Gizli yerde ibadet et Tanrı bilsin
Yalan derviş nerde olsa zevk ve dava
Adil Sultan ibadetin isyan sayar.
Dervişim der ibadeti halk içinde
Gösteriştir işi gücü orda burda
Allah için ibadetli derviş nerde
Gerçek derviş ıssız yeri mekan eyler.
Aşıkları Hak kahrından korkup titrer
Yer ve gökte melekler de ağlar durur
Kimi kızıl kimi sarı olur durur
İnleyince yer ve göğü lerzan kılar.
Nerdesin der nerdesin der aşık söyler
Aşıkların ne haddine ma'şuk söyler
Ağzı susar dili susar gönlü söyler
Üçyüz altmış damarları lerzan kılar.
Hoca Ahmet kulum diye söz söyleme
Gösterişle ibadetin tamamı boş
Şeriatta tarikatta kâr gözleme
Ahirette yalancıyı üryan kılar.
Dünya benim diyenler
Dünya benim diyenler
Haram malı alanlar
Kerkenez kuşu olup
Haramlara batmışlar.
Molla müftü olanlar
Yalan fetva verenler
Akı kara kılanlar
Cehenneme girmişler.
Kadı imam olanlar
Haksız dava kılanlar
O eşek gibi olup
Yük altında kalmışlar.
Tatlı tatlı yiyenler
Türlü türlü giyenler
Altın tahtta duranlar
Yer altında kalmışlar.
Mümin kullar, doğrular
Doğrulukta duranlar
Dünya malı harcayıp
Cennetlere konmuşlar.
Hoca Ahmet bilmişsin
Hak yoluna girmişsin
Hak yoluna girenler
Hak didarın görmüşler.
Yalancı zakirler
"Yalancılar ümmet değil" dedi Server
Bu sözlere yol verici "Hâdi Rehber"
Yalancıya ümmet demez o Peygamber
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Temizliksiz zikir eden mümin değil
Öldüğünde Hak Mustafa tutmaz elin
Sübhan Igem günahını bağışlamaz
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Mümin isen temizliksiz zikir etme
Kerametler deyip halka dini satma
Müslümanlık dava kılıp kafir gitme
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zâkir olsan zikr etmeden sakın yatma
Nâdân ile soysuzlara hiç söz katma
Münafıklar halin sorsa bir söz deme
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Hoca Ahmet kötülerin kötüsü sen
Herkes buğday, el tutmayan samansın sen
Yoldan sapan günahkarlar nâdânısın
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Gıybet rüsva kılar
Ey dostlarım hiç bilmedim ben yolumu
Saadete bağlamadım ben belimi
Gıybet sözden sakınmadım ben dilimi
Nâdânlığım beni rüsva kılar dostlar.
Gösterişçi dervişler
Talibim der dururlar
Sözlerinde yok insaf
Nâmahreme bakarlar
Gözlerinde yok insaf.
Kişi malını yerler
Gönülleri değil saf
Arslan Babam sözlerin
İşitiniz saygıyla.
Pir hizmeti kıldık der
Talibim der yürürler
Yerler haram şüpheli
Torbalarına korlar.
Gözlerinde nemi yok
Halka içre girerler
Arslan Babam sözlerin
İşitiniz saygıyla.
Zâkirim der ağlarlar
Çıkmaz gözünden yaşı
Gönüllerde gamı yok
Ansız ağrısın başı.
Oyun hile kurarlar
Malum Tanrıya işi
Arslan Babam sözlerin
İşitiniz saygıyla.
Talibim der durur da
Gönlünde yok zerre nur
Gerçek talibi sorsan
İçi dışı gevher dür
Hakk'a ayan sırları
Yemişleri safa nur
Arslan Babam sözlerin
İşitiniz saygıyla.
Riya tesbih elinde
Zünnar iyi bilseniz
Hak rızasıdır bu
Aşk sevdası kılsanız.
Haramcılar
Dili ile "ümmetim"der yalan söyler
Kişi malı almak için hezyan söyler
Helalini bırakır da haram gözler
Nadanlara bu sözleri demek isterim.
Zamanın sonu gelse akıl gider
Ademoğlu birbirini tutup da yer
Dünya için iman İslam dini satar
Akıllıya bu sözleri demek isterim.
Yalan âlim
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zâlim
Kuran okur amel kılmaz yalan alim
Garip canım sarf edeyim yoktur malım
Hak'tan korktum ateşsiz ben yandım işte.
Altmış üçe yaşım yetti geçtim gafil
Hak emrini tutamadım kendim cahil
Oruç, namaz erteledim oldum kahil
Kötü izledim, iyiden kaçtım işte.
Olgun mürşit hizmetinde yürür oldum
Hizmet kıldım gözüm açık hazır oldum
Yardım etti şeytanları kovup sürdüm
Ondan sonra kanat açıp uçtum işte.
Amelsiz âlimler
Amel yapmaz alim ilme basıp yürür
Ölüp gitse dar yerlerde canı yanar
Allah Resul dinin ne de korku verir
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Münker-Nekir "Rabbin kim" der soru sorar
Kal ilminin bir noktası kar eylemez
Ne yazıktır ki amelsizler ne edecek
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Allah diyen şeker ve bal hazırladı
Ahirette Allah ile pazarladı
Amel eden gerçek alim bilge oldu
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
İlmin kandil halin fitil yağ göz yaşı
Nasıl desem nasip almaz taşsa gönlün
Yol üstünde toprak olsun aziz başın
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Zavallı alim amelsiz yolda kalır
Okur sinmez dünya malı ele alır
Benlik ile zavallı ömrünü harcar
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Dışı değil içi düzgün alim olsan
Mahşer günü elin tutar seher varsan
Vah ne yazık nedametle yolda kalsan
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Alim olur namaz kılar taat kılar
Hak'tan korkar ahireti de düşünür
Kuran okur Hak'tan korkar da ağlaşır
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Hoca Ahmet olayım desen Hak'ta oluş
Bayezit dek nefsin ile tüngün vuruş
Ey habersiz ümmet olsan budur gidiş
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Nâdânlar (kara cahiller)
Ey dostlarım nâdân ile yakınlaşıp
Bağrım yandı candan bıkıp öldüm işte
Doğru desem eğri yola boynum çeker
Kanlar yutup gam zehrine doldum işte.
Nâdân ile geçen ömrün boşa geçer
Nâdânlardan cehennem bile çekinir
Nâdân ile cehenneme yürümeyin
Nâdânlarla hazan gibi soldum işte.
Dua kılın nâdân yüzü görmeyeyim
Yüce Tanrı yoldaş olsa durmayayım
Hasta olsa nâdân halin sormayayım
Nâdânlardan yüzbin cefa gördüm işte.
Bir şey umma nâdânlardan kadrin bilmez
Karanlıkta yolu sorsan yol göstermez
Boynun büküp yalvarsan da elin almaz
Nâdânlardan yakınarak geldim işte.
Gerçek âlim
"Fe'l ya'lemunel alimüna"yı okur alim
Manasını anlamazsa olur zalim
Manasını bilenlerin giyer aba
Öyle alim gerçek alim olur ey dost.
Alim odur hiç durmadan tahsil kılsa
Gece ve gündüz Tanrı'sına ağlasa
"Fe'l yedhakü" ayetini açıklasa
Öyle alim gerçek alim olur ey dost.
"Ve'l yebkü kesiran"ı Tanrı dedi
Manasını bilen alimler ağladı
Ağlayarak gözleri de görmez oldu
Öyle alim gerçek alim olur ey dost.
Alimim der kitap okur mana bilmez
Çok ayetin manasını asla bilmez
Büyüklenir benlik güder dini tutmaz
Alim değil cahildir o bilin dostlar.
Hoca Ahmet alimlere hizmet eyle
Alimleri dinleyerek amel eyle
Amel kılıp Hak'tan yana canını ver
Amelsizler didar görmez bilin dostlar.
Kim kalıcı
Bu dünyada bina kuran Karun hani
Dava kılan Firavn ile Hâmân hani
Vamık Azrâ, Ferhat Şirin Mecnun hani
Kahr eylese bir lahzada yeksan eyler.
Melamet yolu
Melamet meyi içen
Didârına ulaşır
Pir elinden mey içen
Nurlarına ulaşır.
Hoca Ahmet kendin bil
Günahını hazır kıl
Gaflet ile yatmaz ol
Şeytan da uzaklaşır.
Dışın sofiye benzer
Ey gönül kıldın günah
Asla pişman olmadın
Sofiyim ben dedin de
Canan talip olmadın
Yazık ömrün gitti de
Bir an ağlar olmadın.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofilik böyle midir
Daim işin gafletle
Dane tesbip elinde
Dillerin gıybet ile
Göğse sille vurursun
Kötü nefs izzet ile.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofi olsan saf ol da
Suç ve isyan olmasın
Taat ve takva kıl da
Dil perişan olmasın
Can ve dilden ağla da
Mahşerde yalan olmasın.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofilik şartı budur
Gece kalkar kan ağlar
Her cefaya sabreder
Belini sıkı bağlar
Allah talibi olur
Güzel sözleri söyler.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofi ibadetlerin
Hepsi kibir ve riya
Can ve gönlün dünyada
Dillerinde ah la vah
Can verirken olursun
İman nurundan uzak.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofi olmaz ne yapsın
Evde yapar işi yok
Sofilik dava kılar
Halka verir aşı yok
Ah vah eder durur da
Gözde damla yaşı yok.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofi olup nefs için
Her an kapıya bakar
Hediye geldi mi der
Gelen kişiye bakar
Allahın lanetini
Her an boynuna takar.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofiyim der durursun
Söz ve efganın nerde
Aşkının hasretiyle
Akan göz yaşın nerde
Mürşit kamil mükemmel
Yol gösteren mert nerde.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Sofi gamsız yürürsün
Dane tesbihi alıp
Dünyaya mağrur olup
Dini arkaya salıp
Kork artık gel kork şimdi
Gel Tanrıya yalvarıp.
Görünüşün sofi de.
Asla İslam olmadın.
Sofi oldun mal için
Eylersin buna cedel
Görünüşün sofice
İç yüzün darmadağın
Ey habersiz habersiz
Kırıksın ezel günü.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Dane tesbih elinde
El gözünde sofisin
Kötü nefsin elinde
Tersa cuhud gibisin
Kulluk eyle Tanrıya
Yoksa halin kötüdür.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Ey sofi öz tavrınla
Yalnız Allaha kulsun
Aslına bakar olsan
Alem içinde birsin
Günahlı ve hatalı
Hem asi ve mahcupsun.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Ey sofi aşk dava kıl
Başkasından uzak ol
Uykuyu eyle haram
Gece de uyanık ol
Derdi yok dertsizlerden
Görürsen uzakta ol.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
Ahmet sen sofi olsan
Sofilik kolay değil
Hak Resul sofi oldu
Dünya malı sevmedi
Dünya malı sevenler
Biliniz insan değil.
Görünüşün sofi de
Asla İslam olmadın.
HOŞGÖRÜ
Hoşgörü
Sünnet imiş kâfir olsa incitme sen
Gönlü katı kalp kırana Allah küser
Allah hakkı öyle kula cehennem var
Bilginlerden işiterek dedim bunu.
MUHAMMEDİN NURU
Muhammed nuru
Şeriattan tarikattan beyan oldu
Hakikatten Kur'an sözü kelam oldu
Bu cihana Muhammedin nuru doldu
O nur ile iki cihan parlak olur.
Hak Mustafa
Tanrı nuru, Tanrı dostu ol Mustafa
Kimler için geldi Resul bildiniz mi
Hak selamı Hakk'ın sözü Hak Mustafa
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Kimler için ağlar kıldı gözlerini
Ümmet için yanık etti özlerini
Ümmet isen anla onun sözlerini
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Ağlar ağlar yüzü gözü şişti görün
Kıyam durdu ayakları şişti görün
Ümmet için kaygı mihnet çekti görün
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Ey dostlarım bunu bilen ümmet nerde
Eğer bilsen ondan fazla nimet nerde
Kıyamette ondan özge şefkat nerde
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Ümmet olup Resul kadri bildiniz mi
Canla başla sünnetleri yaptınız mı
Resul için ağlayarak geçtiniz mi
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Eyvah eyvah saadettir ol Mustafa
Eyvah eyvah ganimettir ol Mustafa
Eyvah eyvah inayettir ol Mustafa
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Hoca Ahmet söyler sözü dilim kefâ
"Ümmetlerim kılgıl vefa kılma cefa"
Ümmetine böyle dedi Hak Mustafa
Kimler için geldi Resul bildiniz mi.
Muhammed ümmeti
"Yalancı" ümmet değil
Dedi bilin Muhammed
Yalancılar kavmine
Ümmet demez Muhammed.
Doğru giden kulunu
Hakk'ın izler yolunu
Doğru yürür kulunu
Ümmetim der Muhammed.
Her kim ümmetim dese
Resul işini koymaz
Şefaat günü gelse
Mahrum kılmaz Muhammed.
Yüce Tanrının sözü
Resulullah sünneti
İnanmayan ümmete
Ümmet demez Muhammed.
Ümmetim der yürürsün
Buyruğunu tutmazsan
Nasıl umut tutarsın
Orda bakmaz Muhammed.
Çetindir âsi kula
Ümmet demese orda
Rüsva olur mahşerde
Ümmet demez Muhammed.
Ümmetim der Muhammed
Doğru dese kul Ahmet
Yarın olsa kıyamet
Mahrum koymaz Muhammed.
Miraç’dan haber
Ey dostlarım söyleyeyim Hak Resul'dan
Ümmet isen salat-selam deyin dostlar
"Alemlere rahmettir O" cüz ve kül'de
Ümmet isen salat-selam deyin dostlar.
Allahımız armağanı O'na Mirac
Rahmet bahrı dolup taştı dalgalandı
Koydu onun başı üste bulunmaz tac
Ümmet isen salat-selam deyin dostlar.
Önce Cibril alıp geldi O'na Burak
Burak bindi kıldı Hazret bin tumturak
Burak uçup havalandı uzak uzak
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Aksâ varıp indi görün orda Server
Toplandılar cümle ruhlar ol Peygamber
Mübarek yel kıldı ruhlar orda yekser
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Cibril alıp o Hazreti havalandı
O Sidretül müntehaya ulaştılar
Mustafanın Cibril başını yükseltti
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Makamından geçemedi Cibril kaldı
Öncülüğü o Mikail gelip aldı
Ondan sonra Mikail de durakladı
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
İsrafil O'nu alıp uçtu cennete
O makamda Resul kıldı aceb sefer
Israfil kaldı makamında kıldı efgan
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Arşa baktı adım attı Resulullah
Nalını koyayım dedi Hak Mustafa
Nidâ geldi nalınınla sen adım at
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Hak'tan doğru nida geldi gördün beni
Ey Habibim bana yakın gelgil beri
Mahrem kılayım sırlarıma şimdi seni
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Hakk'a bakıp adım attı Resulullah
Hak'tan başka hiç kimse yok onda hemrah
Böyle makam kimseye yok bilen Allah
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Ümmet isen bu sözleri sevip de al
İşbu sözler has ümmete olurlar bal
Münafıklar sevmez bunu bunalırlar
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Hikmet kıldı mirac sözü Hoca Ahmet
Şükür Allah Mustafa'ya kıldı ümmet
Arslan Babam himmet etti verdi izzet
Ümmet isen salat selam deyin dostlar.
Olgun mürşit: Hak Mustafa
Arş üstünde namaz kılıp dizim büktüm
Derdim dedim Hakk'a bakıp yaşım döktüm
Yalan âşık yalan derviş kördüm kızdım
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden "Hû" diyen hepsi yalan
Bu arsızdan sorma sual yolda kalan
Hakk'ı bulan özü gizli sözü gizli
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllıysan erenlere hizmet eyle
"Emr-i mâruf" edenlere izzet eyle
"Nehy-i münker" edenlere hürmet eyle
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Olgun mürşit Hak Mustafa şeksiz bilin
Nere varsan vasfın deyip saygı kılın
Selam verip Mustafa'ya ümmet olun
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Gerçek ümmet
Gül dudağı açılarak dedi seni
Can ve gönlüm ümmetlerim göz ışığı
Hakk'a kulluk bana ümmet olan hani
Gerçek ümmet sinesine koydum işte
KAPILAR VE MAKAMLAR
Tecelli makamı
Tecelli makamıdır ilginç mekan
O mekanda aşık kullar cevlân eyler
Hangi gönle tecelli nuru gönderse
Bilinç gider özün bilmez feryad eyler.
O makamın yollarının çatalı var
Kılavuzsuz yola girse yoldan azar
Vesveseyle lanet şeytan dinin bozar
Öz yoluna alır onu şaşkın eyler.
O makamı bildirecek rehber gerek
Tarikatta önden giden yoldaş gerek
Bu yolları düzenleyen yolbaş gerek
Öyle mürşit uçmağ yere uçan eyler.
O makamın birlik adlı ağacı var
Gölgesinde aşık kullar Burak biner
Her bir dalı binlerce yıl yolu tutar
Herbirinin öz özüne adları var.
Himmet bağın Hoca Ahmet bele bağla
Muhabbetin ateşiyle yürek dağla
Yakanı tut tana kadar durma ağla
Eğer sana rahm ederse canan eyler.
Arifler
Muhabbetin bahçesinde bin destan var
Bülbülleri şakıyıp da figan eyler
Marifetin meydanında cevlan eyler
Gece gündüz göz yaşını umman eyler.
O bülbülün seslenişini duyanlar
Büyüklenmeyi bırakıp da uyanlar
Bu dünyanın tadlarını unutanlar
Feryad eyler ağlar gözü giryan eyler.
Hallac Mansur özbaşını dârda gördü
Nur salındı Hak didârın onda gördü
Bilinç gitti özün bilmez efgan kıldı
Ey aşkım der özün bilmez cevlan eyler.
Şeyh Şıbli aşık oldu bilmeden geçti
Şeyh Bayezid yetmiş kere özün sattı
Bu dünyanın izzetlerin dışa attı
Geçen işe nedamet der efgan eyler.
Böyle erler sohbetini bulan kişi
Mest ve hayran olup yürür yaz ve kışı
Seherlerde göğüs döğmek onun işi
Dışı neşe içlerini gizli eyler.
Hoca Ahmet bu hikmeti kime dedin
Arifim diye insanlara açık ettin
Tesir kılmaz alimlere bu öğüdün
Arif oldur ten mülkünü viran eyler.
Muhabbet yollarında
Muhabbetin yollarında gezer arif
İyi bilir sadıkların işaretin
İradeden ellerine silah alıp
Uzak eder zararlının selametin.
Öyle aşık ayağına başı koysa
Bina koymaz nefs hevanın gözün oysa
Şevk şarabın içip ta ki ruhu doysa
Hiç ağzından salmaz tevbe nedametin.
Yolu bulup batın gözü açılanlar
Toprak gibi ayaklara saçılanlar
Gül yaprağı gibi solup seçilenler
Erişilmez o kulların melametin.
Sofi gerek bâtının kılsın safi
İbadetle benzeridir Bişr-i Hafi
Ondan sonra vadesine olur vafi
Açık görür herkes keşif kerametin.
"Ricalün la tulhihim" söyledi Tanrı
Öyle erler masiva'dan olur uzak
Zikir söyler her nefeste olur ayık
Bulur her dem gavslar gavsı celâletin.
Hoca Ahmet görmeyenler yoldan çıktı
Taliplerin sohbetinden uzak kaçtı
Yaşlandı da Hak yoluna aklı şaştı
Tanla varsa görmez körün feragetin.
Arifler sohbetinde
Muhabbetsiz insanlardan kim kaçarsa
Ariflerin sohbetinde cevlan kılar
Yanıp pişip aşk yolunda yaş saçarsa
Süphan Ige'm arş üstünde mihman kılar.
Muhabbet meydanı
Muhabbetin meydanında cevlan kılan
Hakikatın denizinden cevher alan
Marifetin bilgisini içe salan
Nerde olsa inci cevher saçar dostlar.
Aşık odur Hakk'a canın kurban kılar
Zikir yapar dört dövünüp seher kalkar
Erenlerden feyz ve fütuh dolu alır
Sultan olur inci cevher saçar dostlar.
Muhabbetten marifeti
Muhabbetin bahçesine bülbül gibi
Seherlerde inleyip konmak isterim
O vakitte Allahımın cemalini
Mana göz ile açık görmek isterim.
Mertlerdir ki Hak yolunun başçıları
Mürit ile Allah ara elçileri
Birlik olmak denizinin yolcuları
Kapısında kapıcı olmak isterim.
Hak'la olmak isteyenler gündüz gece
Durmaz canı ile söyler "Hu" zikrini
Hak'tan ilham yetip gelir bilsen bunu
Ötelerin azığını almak isterim.
Muhabbetin asasını ele alıp
Saadetin hırkasını tene salıp
Muhabbet kanadıyla kanatlanıp
Marifet dallarına konmak isterim.
Bu yollarda horlanma var ağlama var
Tesbih tehlil oruç namaz vermez yarar
Yalandansa Allah, Resul şikayetçi
Yalan namaz gösterişi dışlasam ben.
Gerçek gönülde namaz kıl Allah bilsin
Halk içinde eksik görün âlem gülsün
Toprak gibi horluk gör ki nefsin ölsün
Himmet versen nefsi yenip ağlasam ben.
Dostlarımı rüsva kılan nefsi heva
Onun için lanet şeytan kılar kavga
Lütf etsen de ben-benliği terkederek
Riyazetde canım kıyıp çalışsam ben.
Bu yollar pirsiz olmaz
Ey dostlarım bu yolların ötesi çok
Geçmek olmaz pir dediğin yapmayınca
Yüzbin bela, mihnet, afet hatası çok
Bilmek olmaz pir dediğin yapmayınca.
Şeriatsız tarikata geçmek olmaz
Hakikatsız marifete yetmek olmaz
Pirsiz asla şevk şarabı tatmak olmaz
Tatmak olmaz pir dediğin yapmayınca.
Nâdânlara mana sırrı demek olmaz
İnci cevher ucuz ucuz satmak olmaz
Ethem gibi dünya derdi koymak olmaz
Koymak olmaz pir dediğin yapmayınca.
Sırsız yüz bin taat kıldım yoldan çıktım
Kılavuzsuz yola girdim şaşkın oldum
Olgun Pirim nazar kıldı sezip bildim
Sezmek olmaz pir dediğin yapmayınca.
Ne yazık ki duymaz oldum ömrüm geçti
Nefs ve heva içe alıp beni yuttu
Hamdolsun ki olgun pirim elim tuttu
Tutmak olmaz pir dediğin yapmayınca.
Ey istekli ölmeden önce öl de gör
İyilerin ayak toprağı ol da gör
Toprak olup feyiz ve fütuh al da gör
Almak olmaz pir dediğin yapmayınca.
"Allah" de ki canın yansın ateş çıksın
"Hu" diyende kemiklerin çatırdasın
Bağrın delinsin için eriyip aksın
Aksa olmaz pir dediğin yapmayınca.
Bu yollara ayak basan candan geçer
Kalp zikrini diye diye göğsün deler
Ondan sonra Tanrı bakar kapı açar
Açmak olmaz pir dediğin yapmayınca.
Rahman Ige'm rahmetine layık eyle
Berki gibi himmet verip aşık eyle
Ölene dek sıdkım ile sadık eyle
Olsa olmaz pir dediğin yapmayınca.
Hoca Ahmet "Allah" demeyip ne deyim
Amelim yok ağlamayım ne edeyim
Haktan korkup ağlamayım ne edeyim
Yapmak olmaz pir dediğin yapmayınca.
Muhabbet deryası
Muhabbet deryasına dalıpta bat
Aşıkların sohbetine özünü kat
Muhabbetin pazarında özünü sat
Öz satmadan Hak rahmetin almak olmaz.
Muhabbetin deryasında aç gözünü
Tevbe kılıp Hak yoluna al özünü
Muhabbetin deryasına sal özünü
Tevbesizce bu pazara varmak olmaz.
Şeriatın meydanına öz salmadan
Tarikatın bostanında dolaşmadan
Hakikat deryasından gevher almadan
Marifetin adabını bilmek olmaz.
Hoca Ahmet Hak yolunda ol daima
Aşıklara dermanları ver daima
Aşıkların isteğidir selam yurdu
Aşksızlara o yurtlara girmek olmaz.
Pirsiz girme
Tarikata şeriatsız girenlerin
Şeytan gelir imanını alır imiş
Bu yollarda pirsiz dava kılanların
Şaşkın olur ara yolda kalır imiş.
Tarikatta işi bilen mürşit gerek
O mürşite inanacak mürit gerek
Yoldan gidip pir rızasın almak gerek
Böyle aşık Hak'tan uluş alır imiş.
Pir rızası Hak rızası olur dostlar
Yüce Hakk'ın rahmetinden alır dostlar
Riyazette sır sözünü bilir dostlar
Öyle kullar Hakk'a yakın olur dostlar.
Bu yollara ey kardeşim pirsiz girme
Hak yadından bir an gafil olup durma
Akıllıysan masivaya gönül verme
Lanet şeytan öz yoluna salar imiş.
Kılavuz gerek
Rahman Ige'm rahm eyle al bu yola
Rahmetinden müjdeler ver asi kula
Yoldan sapan kullarını sal bu yola
Kılavuzsuz işbu yola girmek olmaz.
Erenlerin izlerinden yola girsen
Geçip fani dünyadan gerçek kul olsan
Kılavuzsuz bu yollara girer olsan
Arayıp da bulmayınca girmek olmaz.
Âlimler
Kadı müftü mollalar
Şeriatın yolunu
Arif aşık almıştır
Tarikatın arkını.
Amel kılsa alimler
Din ayın aydınlığı
Amel kılan alimler
Dinimizin çırağı.
Amel kılmaz kal ilmin
Okur bilmez kalanlar
Arkasına koymuştur
Kırk eşeğin yükünü.
Hocayım diye deme
Bu dünya dayanaksız
Bilirim diye deme
Gönlündeki çirkini.
Rehberdir Hoca Ahmet
Marifet gülistanı
Sözler sözü hakikat
Açar gönül ilini.
Şeriat, tarikat, hakikat
Kim kılarsa tarikatın davasını
İlk adımı şeriata koymak gerek
Şeriatın işlerini tamam edip
Ondan sonra bu davayı kılmak gerek.
Şeriatsız söz etmezler tarikatta
Tarikatsız dem vurmazlar hakikatta
Bu yolların yeri bilin şeriatta
Cümlesini şeriattan sormak gerek.
Ondan sonra bir er gerek iradeli
Olmalıdır o bir erden icazetli
Şeriata uygun olan, kerametli
O şol erin eteğini tutmak gerek.
Kim bilmeden bu yolları şeyhim derse
Kerametten vilayetten haber verse
Batıl olur eğer "ruhul emin" olsa
Böylesi batıllardan korunmak gerek.
İradeni vergil ehil icazette
Devam eyle tünü günü riyazette
Sunup ona kulluğunu ibadetle
Kulluğu da bele bağlar durmak gerek.
Ondan sonra mücahade yola girip
Riyazet potasında eriyip akıp
Ben benlikten kurtulup özünü saf kıl
İzzet rahatı satıp hor olmak gerek.
İşte budur erenlerin yaptıkları
Taliplere bilsin diye dedikleri
Doğru sözdür bilgil yoktur yalanları
Can kulağı ile bunu bilmek gerek.
Sadakatla her kim kabul etse bunu
İtikadı ile olsa tünü günü
Yadı ile meşgul olsa uzun gece
Erenlerden himmetleri almak gerek.
Kim girerse işbu yola belin bağlar
Hoca Ahmet gerek özü hizmet eyler
Niyetini Tanrısına doğru eyler
Teveccühü azizlere kılmak gerek.
Dört kapı
Ömrüm geçti şeriata yetemedim
Şeriatsız tarikata geçemedim
Hakikatsız marifete batamadım
Katı yoldur pirsiz nasıl geçer dostlar.
Yollar ve kapılar
Marifetin minberine çıkmayınca
Şeriatın işlerini bilmek olmaz
Şeriatın işlerini işlemeden
Tarikatın meydanına girmek olmaz.
Tarikatta türlü edep bilmeyince
Nefsi ile muharebe kılmayınca
Aşk yolunda özün layık bulmayınca
Hakikatın sırlarını bilmek olmaz.
Şeriatta murat odur yola girmek
Tarikatta murat odur nefsten geçmek
Hakikatta aziz canı feda etmek
Can geçmeden aşk şarabı içmek olmaz.
Bu tarikat
Sahipsiz tarikatın sonu nerde
Dostlarım aramızda bilinemez o
Bilinse de olmaz idi aşıklara
Nice yol gidilir de bulunamaz o.
O erenlerin gülü o şeriattır
Meyveleri tatlı lokma tarikattır
Kim kulunun kulu olsa hakikattir
Kaf dağı bütün yutsa turlanmaz o.
Nişanları dedi gitti aşıkları
İstekliler oldu onun sadıkları
Olduk diye demediler layıkları
Gördüğünü gören yerde söylenmez o.
Söz dışa vurulsa içte tadı olmaz
İçi kuru olsa orda tadı olmaz
Niceler isteklidir hiçbir şey almaz
Dava ile mana alıp bulunmaz o.
Kamu aza dertlerinden geçmeyince
"Mutu kable en temutu" olmayınca
Zahirinde baş gözünü yummayınca
Batınında iç gözüyle görünmez o.
Emeksizin yetişmesi değil kolay
Nasıl acı yenmeyince ham meyvadan
Olmayınca bu yol içre bunlu hayran
Kuru odun yanmayınca gürlenmez o.
Hoca Ahmet katılanıp yansın şimdi
İçi dışı ham kalmasın olsun şimdi
Dostlar bana ne derlerse desin şimdi
Yok değilse marifetin turlanmaz o.
Dervişler
Yol üstünde oturup
Yolu soran dervişler
Öteden haber duyup
Yola giren dervişler.
Asaları elinde
Himmet bağı belinde
Tanrı yadı dilinde
Allah diyen dervişler.
Hırkaları solgundur
Gönülde yüzbin ayan
Biliniz iki cihan
Göze almaz dervişler.
Derviş Hakk'ın baktığı
Zikirleri gülzârdır
Hak yadının sırları
Tam edepli dervişler.
Günahım çok yol vermez
Dostlar derman bulamaz
Gözde yaşı kurutmaz
Yaşı akan dervişler.
Sırlar ile söylerler
Dile hikmet dizerler
Aşk ile can gezerler
Rengi solgun dervişler.
İt nefsini öldürür
Kızıl yüzü soldurur
Hoca Ahmet kul durur
Satıp yesin dervişler.
Yollar ve kapılar
Hoca Ahmet Hak sözünü deyip geçti
Aynel yakın tarikatta bozlap geçti
Ilmel yakın şeriatı gözlep geçti
Hakkel yakın hakikatten dedim işte.
Hak kulları
Hak kulları dervişler
Hakikatı bilmişler
Hakk'a aşık olanlar
Hak yoluna girmişler.
Hak yoluna girenler
Allah diye yüryenler
Erenler izin izler
Ne yollardan geçmişler.
Alem fahri Mustafa
Öyle dedi merhaba
Miraç gecesi deyip
Fakr yolunu almışlar.
Gönül vermez dünyaya
El uzatmaz harama
Hakk'ı seven âşıklar
Başkasından geçmişler.
Dervişler
Hoş gaipten yetişti
Bir cemaat dervişler
İçlerinde Hû derler
İçleri sır dervişler.
Durmaz revan yürürler
Dursa tekbir söylerler
Bulsa sohbet kurarlar
Hoş sohbetli dervişler.
Heybeleri pür salah
Tesbihleri illallah
Hizmet eder her sabah
Bela sever dervişler.
Heybeleri solgundur
Gönülde yüzbin dilek
Bu dünya kalan değil
Göze almaz dervişler.
Heybeleri sırtında
Asaları elinde
Allah yadı gönülde
Allah diyen dervişler.
Asıl fakir olsa da
Vücut şehrin gezse de
İçi dışı düşse de
Saadetli dervişler.
Meşayihler sır saklar
Hizmetinde ol sakin
Peygamberden yadigar
Kalmışlardır dervişler.
Hoca Ahmet miskin ol
Miskinlerden mana sor
Dervişliği bil huzur
Hû kuşudur dervişler.
Hu halkası
Hu halkası kuruldu
Ey dervişler geliniz
Hak sofrası yayıldı
Ondan payı alınız.
Kal ilmini okuyun
Hal ilmine eriniz
Yokluk içine girin
Varlıklardan alınız.
Yırtıp şefkat perdesin
Diler didar vadesin
Açıp gönül dilesin
Müşahade kılınız.
Hu erre'sin alarak
Nefs başına salarak
Gece gündüz talipler
Canı kurban kılınız.
Halka içre Hu deyin
Aşk oduna yanınız
Ten can ile dervişler
Tekbir'le başlayınız.
Hu-Hu diye inleyin
Hu demekte mana var
Didarından ümitli
Rahmetinden alınız.
Hoca Ahmet kul olan
Yol üstünde kül olan
Taliplere mül olan
Ondan ibret alınız.
Hak yadı
Gelin dostlar birlik olup söyleyelim
Zikri bizi aydınlığa çeker olur
Zikri ile devam eden aşıkların
Niyazları günden güne artar olur.
Kim söylese Hak yadını bağrı yanıp
Göz yaşını yağmur kılıp rengi solup
Öz yakasın yanıldım der özü tutup
Öyle aşık sır şarabın tadar olur.
Bu yolların taatların bilmeyenler
Öz yakasın tutup tevbe kılmayanlar
Dünyalığa mağrur olup yürüyenler
Hayvan olur belki ondan beter olur.
Gelin dostlar birlik olup söyleyelim
Zakirleri Tanrı şeksiz sever olur
Aşksızların imanı yok ey yaranlar
Cehennemde durmaz daim yanar olur.
Muhabbetli aşıkları Tanrı sevdi
Onun için dünya ukba boşa koydu
Candan geçti yaşı saçtı aşık oldu
Mahşer günü didarını görür olur.
Allah yadı anlam ile
Allah yâdı söyler kullar anlam ile
Anlamsıza asla kulak salmaz olur
Allah diyen aşık kullarsa daima
Hak yadında zerre uzak olmaz olur.
Halka içre zikredelim
Yüce Hak'tan ışık geldi canım yandı
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim
Seher vakti olgun mürşit bakıp sordu
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zâkirlere vaadeyledi güçlü Tanrı
Kabir içinde verdi onlara cenneti
Zâkirlerin durur yeri sonsuzluktur
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zâkir olsa şükür kılsa yeri cennet
Kanlar aksa gözlerinden etmez minnet
Ümmet ise zikir demek size sünnet
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zâkirlere Tanrı özü vaad kıldı
"Zikrediniz zikredeyim" ayet geldi
Firdevs adlı cennetinden yer göründü
Gelin dostlar yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zakirleri her nefeste zikir söyler
Tevbe kılıp eğri yoldan doğru döner
Zikr dese yavaş yavaş şevki artar
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Zâkirleri halka içre ışık görür
Onun için halka içre özün vurur
Sevdiğini gördüğünde canın verir
Gelin yığlın zakir kullar zikr edelim.
Rahman Igem gerçek aşık yolun açar
Muhabbetin coşkusuyla yaşın saçar
Allah derde, nere gitse şeytan kaçar
Gelin yığılın zakir kullar zikr edelim.
Zâkir kullar Hak buyruğun sağlam tutar
İhlas ile Allah der de, kanlar yutar
Halka içre girdiğinde candan geçer
Gelin yığlın zâkir kullar zikr edelim.
Allah yadı
İz'im yâdı ulu yaddır bir söylesem
Ballar gibi tatlı olur dilim benim
Özüm fakir kıldım mukırr oldum hakir
Kanat kakar uçar kuş dek gönlüm benim.
Türlü ayşım türlü işim bunlu başım
Ayırdı canım gitti hûşum aktı yaşım
Yazık ile doldu bütün içim dışım
Niyazsızım açıversin yolum benim.
Gözüm düştü gönlüm uçtu Arş'a aştı
Ömrüm geçti nefsim kaçtı deniz taştı
Kervan göçtü menzil aştı harap düştü
Sır ulaştı nasıl olur halim benim.
Suret burda siret orda Kudretinde
Uzun gece aydınlık gün gönlüm orda
Yürür gece olur bende hepsi nerde
Sorsa orda yazık durur dilim benim.
İçtim şarap oldum harap aslım türab
Geldim körab gönlüm serap aşka pürab
Hak'tan hitab gelse görmez kullar azab
Pınar gibi akar gözden yaşım benim.
La ilahe illallah
"Lailahe illallah" deyip ağla
Hak zikrini her kim dese ona dön
Olgun Mürşit yollarında yürü git
Hak Cemalin göstermese ne olur.
Diline al "Lailahe illallah"
İçine sal her nefeste ol ayık
Olgun Mürşit nazar kılar ansızın
Hak Cemalin göstermese ne olur.
La-La deyip illallah'a şeyda ol
Mansur gibi Enel Hak de kavga kıl
Ağlayarak göz yaşını derya kıl
Hak Cemalin göstermese ne olur.
O kuş
"Lailahe illallah" diyen ağızdan
Bir yeşil kuş olarak uçar imiş
Kanatları dokunmuş inci yakuttan
Kanat vurup arşdan uçar imiş.
O kuşa kudret ile bin dil verir
Bütün diller o kulunu Hak'tan diler
Rabbaniye çengelini vurup yolar
Gece gündüz "yarlığa" der söyler imiş.
Ey dostlarım o kuşun ayanını
Ben söylerim siz dinleyin beyanını
Çok nâdânlar bilmez onun değerini
Elden tutar cennet içre girer imiş.
O kuş der ki dinlenmeden ben bir zaman
Vermeyince Kadir bana güvenli yer
Hiç kalmazsa bu gönülde zerre kuşku
Ondan sonra karar bulup konar imiş.
Oruç namaz kılıp tevbe eden
Seher kalkıp Allah diye kulluk eden
Mürşitlerin dediğini tamam eden
Öyle kullar Hak didârını görür imiş.
Bu Yesili Miskin Ahmet hayran olur
"La ilahe İllallah" tan dilek alır
Hak zikrini can ve dile vasıl kılar
O kuşu da sonsuzlukta görür imiş.
La ilahe illallah
Allahımı ararım
İzi bulur giderim
Daim seni söylerim
La ilahe illallah.
Nerde onu bulurum
Canım kurban kılarım
Kurban olur giderim
La ilahe illallah.
Can ve gönlüm vereyim
Verip bakıp durayım
Canım gönlüm yanmıştır
Yanıp kebap olmuştur
Canım ile diyeyim
La ilahe illallah.
Aşık ili bisâman
Yoktur derdine derman
Söyleyiniz durmadan
La ilahe illallah.
İbrahim oğlu Ahmet
Bu sözü güzel dedi
Söyleyiniz canlarım
La ilahe illallah.
Hayy zikri
Yaratan Bir ve Var'ım yolundan gidip
Lanet şeytan yollarından dönün dostlar
İhlas ile muhabbetin camın içip
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Hayy zikrini deyip içen şarap camı
Yol üstünde aziz başı toprak olur
Allah için hali harap bağrı kebap
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Eşiğine başım koyup da ağlasam
Halka kurup zikredenlere doğru gitsem
Zikrin deyip o sohbetten inci alsam
Can gönülde Hayy zikrini deyin dostlar.
Nasıl bulayım seni
Dinlenmeden Hazretine Allah desem
Ağlayarak zikrederek Rabbim desem
Kulu olup kulluğuna boyun sunsam
Bu işlerle ey Rab seni bulur muyum.
Zekeriya gibi başıma "erre" koysam
Eyyub gibi bu tenime kurtlar koysam
Musa gibi Tûr dağında taat kılsam
Bu işlerle ey Rab seni bulur muyum.
Yunus gibi derya içre balık olsam
Yusuf gibi kuyu içre tün-gün olsam
Yakub gibi Yusuf için zâr inlesem
Bu işlerle ey Rab seni bulur muyum.
Şıbli gibi aşık olup sema vursam
Bayezit gibi gece gündüz Kabe varsam
Kabeye yüzler sürüp zâr inlesem
Bu iş ile ey Rab seni bulur muyum.
Maruf gibi bu yollara ayak atsam
Mansur gibi candan geçip dâra konsam
Dâr üstünde coşup taşıp Hakk'ı desem
Bu işlerle ey Rab seni bulur muyum.
Hoca Ahmet kulluk içre sâbit olsam
Zikrin deyip zâkir olup Rabbim desem
Zikrinde coşkun olup yanık olsam
Bu işlerle ey Rab seni bulur muyum.
Erenler sohbeti
Erenler cemal görür
Dervişler sohbetinde
Erenler meclisinde
Nur yağar sohbetinde.
Ne dilese o olur
Dervişler sohbetinde
Her bir sır açık olur
Dervişler sohbetinde.
Her kim sohbete geldi
Erenlerden pay aldı
Yabancı tanış oldu
Erenler sohbetinde.
Her kim sohbete geldi
Gönlüne mana doldu
Dostlar da murat buldu
Erenler sohbetinde.
Sıradan seçkin olur
Yıldızlarsa ay olur
Bakırsa altın olur
Erenler sohbetinde.
Kibir ve haset ölür
İçine mana dolar
Göz açıp Hakk'ı görür
Erenler sohbetinde.
Resule vahiy geldi
Baştan tacını aldı
Kalktı hizmet eyledi
Erenler sohbetinde.
Hoca Ahmet sohbette
Dem vurur münâcâtta
Ne güzel saadette
Erenler sohbetinde.
İçinde
Yaratanı ararım
Tün-gün cihan içinde
Dört yanımdan yol indi
Evren mekân içinde.
Dörtten yediye yettim
Dokuzu geçip gittim
Ondan ikiye geldim
Ulu çarkın içinde.
Üçyüzaltmış su geçtim
Dörtyüzkırkdört dağ aştım
Birlik şarabın içtim
Düştüm meydan içinde.
Çünkü düştüm meydana
Meydanı dolu gördüm
Yüzbin ereni sordum
Hepsi cevlan içinde.
Dalgıç denize girdim
Vücut şehrini gezdim
Sedefte inci gördüm
Cevheri kân içinde.
Arş ve kürsü yürüdüm
Levh ve kalemi gördüm
Vücut şehrini gezdim
Dedim bu cân içinde.
Canı gördüm cananda
Aşkı gördüm meydanda
Aşıkların meydanı
Cümle bostan içinde.
Eri gördüm erleştim
İstediğimi sordum
Hepsi sendedir dedi
Kaldım hayran içinde.
Hayret ederek kaldım
Bilincim gitti daldım
Özümü derde saldım
Buldum derman içinde.
Seyir ister mi bülbül
Açılmıştır kızıl gül
Her gülü uzak görme
Gülü gülzar içinde.
Hoca Ahmed'in cânı
Hem cevherdir hem kânı
Her şey O'nun mekanı
Lamekan içinde.
Sırdan nasip
Hakk'a aşık dervişlerin taşı gökte
Bu alemde mekan tutmaz canı gökte
Nefsi ölü gönlü diri sanki melek
Böyle olmayan sırdan nasip alamaz.
Talep yolu
Bizden selam dostlara
Talep yolun koymasın
Didar talep kılsalar
Asla gafil olmasın.
Gafil bulmaz Hak yolun
Onda bulamaz yerin
İçi dışı yansın da
Seherlerde yatmasın.
Yadı ile olsalar
Didar arzu kılsalar
Nasıl hor görülseler
Gönül özge olmasın.
Miskin Ahmet Yesevi
Selam etti dostlara
İşbu sözün manasın
Talip ise anlasın.
Evvel o, ahir o, zahir o, batın o
Evvel Hu, ahir Hu de de perişan ol
Hak Cemalin göstermese ne olurum
Zahir Hu, batın Hu deyip de yola gir
Hak Cemalin göstermese ne olurum...
TARİKATIN İŞLERİ
İhlas gerek
İhlas gerek ey istekli aşık isen
Candan geçip mihnet tartıp sadık isen
Ondan sonra dergahına layık isen
Halis olmayan dünya terketse olmaz.
Pak olana lütuf var
Lütuf kerem Hak yarattı sizler için
Can gönülle hizmet kılmayanlar düşkün
Allah için söylüyorum ey gafiller
Pak değilsen niçin sana lütuf etsin.
İman İslam
Kulum deyip Hak buyruğun kılmayanlar
Kudretini görüp ibret almayanlar
İman İslam hükümleri bilmeyenler
Ulu günde yüzü kızıl olmayacak.
Helal lokma
Uzak olmaz Hak yadından gecelerde
Helal lokma isteklisi haram yemez
Derviş gerek bu sıfat ile daima
Kul olarak kulluğundan caymayacak.
Riyazet gerek
Dostlarına açtım Hakk'ın cevherini
Kolaylıkla o cevherden almak olmaz
Cefa çekmez mihnet çekmez hizmet kılmaz
İşbu Pir'in sarayına girmek olmaz.
Zikreden yakın olur
Zakir olup zikredene gelir nidâ
Lanet şeytan yetmiş fersah uzaklaşır
Dertli olsa Hak derdine verir deva
Öyle kulun özü bulur yakınlaşır.
Namaz
Şeriatta yol gösteren garip kullar
Şeriattan onlar menzil alır olur
Namazına titiz olan mümin kullar
Uçmak evin ümit eder durur olur.
Cahil kişi namaz kadrin nasıl bilir
Her namazda iman baştan tazelenir
Salat dese gafil başın dönüp uyur
Gafillikten ömrü yele verir olur.
Hoca Ahmet kulum desen kulluk eyle
Kıyametin geleceğin yakın belle
Hakk'a yakın olam desen kulluk eyle
Kulluk eden Hakk'a yakın yakın olur.
Namaz-oruç
Namaz oruç tevbe ile varanlara
Hak yoluna girip ayak basanlara
Bu tevbeyle oralara varanlara
Bağışlanmış kullar ile sohbeti var.
Namaz ile oruçları ateş alır
Alem halkı sevinip de Hak'dan diler
Kıyamette görüp onu onlar dinler
Ne kul imiş bu saadet nusreti var.
Halka içre
Didarını talep kılsan ey zakirler
Candan geçip halka içre görün didar
Şevk ile Allah deyip doğruya dönüp
Gece uyku haram edip ol uykusuz.
Raks ve sema
Muhabbetin camın içip raks eyleyen
Divanelik makamına girdi dostlar
Açlık tokluk kar ve zarar hiç bilmeden
Sermest olup raks ve sema vurdu dostlar.
Raks ve sema vuran aşık özün bilmez
Bir hoş yürür dünya malı ele almaz
Yüzbin kişi "pirim" dese mağrur olmaz
Dünya tepip raks ve sema vurdu dostlar.
Dünya tepmez raks ve sema vuran cahil
Hak adını bir dem demez yürür gafil
Dervişim der dünyalığa gönlü akar
Dünya için raks ve sema vurur dostlar.
Özden geçmeden raks sema vurmak hata
Süphan Igem ona kılmaz iman ata
Taat kılsa gönülleri olmaz safa
Gösterişle raks ve sema vurur dostlar.
Şıbli aşık sema vurdu ışık görüp
Mustafa’yı hazır gördü sual sorup
Dünya öte arka koyup gözün yumup
Öyle kullar raks ve sema vurdu dostlar.
Şıbli aşık ağlayarak dedi "Resul"
Takatsizim sema vursam hem ben melul
Resul dedi "İnşaallah eder kabul"
İzin alıp raks ve sema vurdu dostlar.
Hoca Ahmet raks ve sema herkese yok
Taklit ile sema vursa yeri tamu
Bu rivayet gizli idi desem kamu
Hakk'ı bulup raks ve sema vurdu dostlar.
Âşık ruhun gıdası çeng ve rebab
Aşıkların istekleri cam-ı şarap
Sevgiliye varmak için bağır kebap
Ruhlarının gıdasıdır çeng ve rebab
Ahı çıksa yedi iklim viran olur.
Azizlerin cemi
Hangi yerde azizlerin cemi olsa
O yerde hal ilmini demek isterim
Onların sohbetinden hoşlanırım da
Özümü içlerine katmak isterim.
Hoş sohbetli dervişlere canım versem
Bastıkları izlerini göze sürsem
Hizmet edip iyilerden dua alsam
Sonra da şevk şarabın tatmak isterim.
Şevk şarabını içenler dünyayı boşar
Hızır Babam gelir ona verir dersler
Dünya tepip, kılıp yürür, yüzbin boşar
Öyle ere canımı vermek isterim.
Melekler toplanıp bir gün sohbet kurdu
Raks ve se'ma vurmak için yürüdüler
Miraç üzre Hak Mustafa bunu gördü
Şimdi ben de raks ve sema vurmak isterim.
Hak Mustafa bir hoş olup özden gitti
Cibril gelip Hak Mustafa başın tuttu
Sübhan Igem kudretiyle zikr öğretti
Ümmet olup da zikir yapmak isterim.
Kıyamette
"Küllü men aleyha fani" ayettir
Bir Tanrı'dan özge mahluk ölür imiş
İsrafil suru alıp üfleyince
Mezarlardan dirilerek yanar imiş.
Elli bin yıl mezarlarda durduğunda
Ondan sonra arasatda sürülünce
Ayak ve baş çıplak yürüyünce
Adam oğlu deli gibi olur imiş.
Önce hesap verilecek temizlikten
İkincisi hesap olur namazından
Üçüncüsü hesap olur haramlardan
Benlik eden şaşkın olur kalır imiş.
Hoca Ahmet kıyametten dedi bunu
Hikmet dedi insanlara yaydı bunu
Ulu ulu kitaplardan dedi bunu
Okuyanlar dua istek kılar imiş.
Hüseyn gibi
Garip canım Hak yoluna bağışlasam
Hüseyn gibi Kerbelada susuz ölsem
Hak şarabını içerim diye gitsem
Orda varsam susuzluğum kanar mı ki.
Aştım işte
Yedi yaşta Aslan Baba kıldım selam
"Hak Mustafa emanetin verin inam"
O vakitte binbir zikri kıldım tamam
Nefsim ölüp sonsuzluğa aştım işte.
Hurma verip başım silip nazar kıldı
Günü geldi ötelere sefer kıldı
El-veda diye bu âlemden güzar kıldı
Mektebe varıp kaynayıp taştım işte.
"İnna fetehna"yı okuyup mana sordum
Işık verdi özden geçip didâr gördüm
Mollam vurdu sen sus dedi bakıp durdum
Yaşım saçıp acı ile durdum işte.
Ey a cahil mana deyip dedi bildim
Ondan sonra çöller gezip Hakk'ı sordum
Günü geldi şeytanları tutup bindim
Kararlıca belin basıp ezdim işte.
Zikrin tamam kılıp döndüm divaneye
Hak'tan özge hiç söylemez biganeye
Işık için şakirt oldum pervaneye
Ateş oldum yanıp yanıp söndüm işte.
Nam ve nişan hiç kalmadı "lâ...lâ"oldum
Allah adı diye diye "illa" oldum
Hâlis olup muhlis olup "lillah" oldum
"Fena fillah" makamına aştım işte.
Sünnetleri sıkı tutup ümmet oldum
Yer altına yalnız girip nura doldum
Hakk'a tapan makamına mahrem oldum
Bâtın tığı ile nefse vurdum işte.
Nefsim beni yoldan vurup hâr eyledi
Çırpındırıp insanlara zâr eyledi
Zikr söyletmedi şeytana yâr eyledi
Hazır deyip nefs başına vurdum işte.
Hoca Ahmet gaflet ile ömrün geçti
Ne hasret ki gözden dizden kuvvet gitti
Ne de yazık nedâmetin vakti geldi
Amelsizce kervan oldum göçtüm işte.
ÖMRÜM GELDİ GEÇTİ
Türkistan’a hasret
Vah ne yazık ne eyleyim gariplikte
Gariplikte gurbet içre kaldım işte
Horasan ve Şâm ve Irak niyet kılıp
Garipliğin çok kadrini bildim işte.
Neler gelse görmek gerek ol Hudâdan
Yusuf’unu ayırdılar ol Kenândan
Doğan yerim ol mübarek Türkistan'dan
Bağrıma taşlar vurup geldim işte.
Gurbet değse pişkin eyler çok hamları
Bilgin kılar seçkin eyler çoklarını
Giyer çullar bulsa yerler yemekleri
Onun için Türkistan'a geldim işte.
Özlüyorum yakınları ve elimi
Ulu atamın yattığı Ak Türbeyi
Atam ruhu saldı beni bu gurbete
Hiç bilmedim nasıl kusur kıldım işte.
Hoca Ahmet söylediğin Hakk'ın yadı
İşitmeyen dostlarına kalsın öğüt
Gurbetlenip öz şehrine döndü yine
Türkistan'da mezar oldum kaldım işte.
Ömrüm nasıl geçti
Hiç bilmedim nasıl geçti ömrüm benim
Sorar olsa ben kul orda ne eylerim
Nasıl olur yola salsan ben acizi
Sorar olsa ben kul orda ne eyleyim.
Yoldan çıkıp azdığımı bilmedim ben
Hak sözünü kulağıma almadım ben
Bu dünyanın gittiğini bilmedim ben
Sorar olsa ben kul orda ne eyleyim.
Geçenlerden ibret alıp yola girmem
Feryat figan ile yanıp tutuşmadım
Gece gündüz yürüdüm de bilemedim
Sorar olsa ben kul orda ne eyleyim.
Hoca Ahmet bu dünyada tövbe eyle
Tevbe edip yol başına varıp da dur
Has kullarla azığını alıp yürü
Sorar olsa ben kul orda ne eyleyim.
Ömür geçer yel gibi
Kuşku yoktur bu dünya
Bütün halktan geçer ya
Güven olmaz malına
Bir gün elden gider ya.
Ata ana karındaş
Nerededir bir düşün
Dört ayaklı tahta at
Bir gün sana yeter ya.
Dünya için gam yeme
Hak'tan özgeyi deme
Kişi malını yeme
Sırat üzre tutar ya.
Ehil ayal karındaş
Kimse olamaz yoldaş
Sen yiğit ol garip baş
Ömrün yeldir eser ya.
Hoca Ahmet taat kıl
Ömrün bilmem nice yıl
Aslın ise su toprak
Yine toprak olur ya.
Can gider oldu
Nice yıldır mihriban
Can idiler dostlarım
Bu vücudun şehrini
Fani kılar dostlarım.
Bu kafesin bülbülü
Kanat vurup uçmağa
Bir karanlık ışıksız
Yere gider dostlarım.
Ey benim yaranlarım
Yardım et imanıma
Düşmanım imanıma
Zarar verir dostlarım.
İşbu can bizler ile
Nice yıllar var idi
Yüce Hakk'ın hükmüyle
Gitmektedir dostlarım.
Bu benim azalarım
Canımla mutluydular
Can çıkarken tamamı
Titreşirler dostlarım.
Hak emrine bütün halk
Alemler oldu razı
O hakikat bendedir
Daim razı dostlarım.
Hoca Ahmet bülbülü
Kanat vurur uçmağa
Neylesin miskin hüküm
Allahtandır dostlarım.
Olur mu
Bu alemde Hakk'tan korkup zar inlesem
Ahirette ruhum rahat bulur mu ki
Erenlerin izlerini göze sürsem
Olgun mürşit beni yola salar mı ki.
Başım verip belim bağlap kılsam ihlas
Nefis şeytan çengelinden olsam halas
Can verirken yardım etse Hızır-İlyas
Gavslar gavsı Yasin hatim kılar mı ki.
Dağlar çöller günahımdan kılmaz takat
Her gün yüzbin cürüm isyan bana adet
Bu iş ile ahirette var mı rahat
Tevbe kılsam adetlerim kalır mı ki.
Eşiğine başım koyup da ağlasam
Garip yetim başı sevip dua alsam
Hak'tan korkup dünya işi arka salsam
Hocam benim gönül halim sorar mı ki.
Aklım hayran gözüm ağlar evim viran
Hak yolunu bilemedin özüm nâdân
Ey talipler takatım yok nerde canan
Cananımdan kimler haber bilir mi ki.
Hoca Ahmet her ne desen heveslisin
Hakk'tan korkup ahirde gam yemezsin
Başın ile gecelerde Hu demezsin
Hevesliyi Hocam kabul kılar mı ki.
Bana kulum der mi?
Allah diyen o kulların kulu olsam
Aşıkların yanıp uçan külü olsam
Yol üstünde toprak gibi yolu olsam
Dostlar Tanrım bana kulum diye der mi.
Allah Allah canım Allah dilim Allah
Senden özge sığınığım yok bilen Allah
Ağlar geldim dergahına şey'an lillah
Dostlar Tanrım bana kulum diye der mi.
İyilerin sohbetinde zâkir olsam
Her ne cefa değse bana şükür kılsam
Eyüp gibi belalara sabır kılsam
Dostlar Tanrım bana kulum diye der mi.
Eşiğine başım koyup tevbe kılsam
Gıybet yapan dillerimi yüzbin dilsem
Günah yapan yerlerimi parçalasam
Dostlar Tanrım bana kulum diye der mi.
Hoca Ahmet canını ver mertler gibi
Candan geçip yola girsen görsen didar
Muradını sona verir yüce Tanrı
Dostlar Tanrım bana kulum diye der mi.
Kabir hali
Ölüm meleği buyrukla canım alsa
Kardeşlerim hepsi gelip yanıp yansa
Yedi adım attıktan son durur olsa
Münker Nekir girip sual sorur olsa.
Münker Nekir girip sual sorar olsa
O ateşli mızrak ile vurur olsa
Başım yanıp canım tenim odla yansa
Canım yanıp dar mezarda yanar olur.
Dörtyüzkırkdört peygamberi Resul nebi
Kalmadılar bu cihanda gitti hepsi
"Külli nefsin zaikatül mevt" ayeti
Kuran içre ondan haber verir olur.
Ne edeyim
Ömrüm sona gelince
Ne edeyim ey Allah
Can alıcı gelince
Ne edeyim ey Allah.
Can vermek korkusundan
Azrail zahmetinden
Şefkat olmasa senden
Ne edeyim ey Allah.
Can vermek işi zordur
Kolaylaştır ey Allah
Senden özge kim korur
Ne edeyim ey Allah.
Canım ayrı olunca
Tenim burda kalınca
Tahta üste konunca
Ne edeyim ey Allah.
Alıp yere koyunca
Yedi atım atınca
Sorgucular girince
Ne edeyim ey Allah.
"Rabbin kim" der durunca
Kara gündür o anda
Rabbin kimdir deyince
Ne edeyim ey Allah.
Hoca Ahmet sen kulsun
Nefs elinde perişan
Mahşer günü olunca
Ne edeyim ey Allah.
Seherde
Rahman Igem rahmetin
Geçerli et seherde
İsyan batağındayım
Yardım eyle seherde.
Estagfir ve istigfar
Uzak eyle şeytandan
Şeytan beni azdırır
Yanına al seherde.
Umut ile gelirim
Dergahına Allahım
Günahkarım isyankar
Elimi tut seherde.
Tevbe kıldım dilinde
Gönlüm korkmaz Tanrı'dan
Hem rahmet ve hem didâr
Ata kılgıl seherde.
Yolsuz yollara gittim
Gafletle ömrüm geçti
Ey Kadiri zül celal
Yola salgıl seherde.
Sen benim sığınağım
Bana kızma Allahım
Ey bütün hali bilen
Halimi sor seherde.
Baştan ayak günahım
İki cihana sığmaz
Kulun asi günahkar
Gizli eyle seherde.
Dağdan ağır günahım
Özür için dilim yok
Günahımı bağışla
Yerle bir et seherde.
Günahımı bilirim
Hazırsın ve nazırsın
Elimi al ey Cabbar
Yola salgıl seherde.
Garibim kimsesizim
Çaresizim fakirim
Senden başka kimim var
Rahm eylegil seherde.
Ben asiyim günahlı
Hamd ve senâ söylemem
Horozlar ötüşürler
Senâ söyler seherde.
Hoca Ahmet Hak'tan kork
Kim korkmaz imanı yok
Önündedir cehennem
Hâzır bolgıl seherde.
Duam sana
Rahmetinden ümitsiz etme garibi
Dinlenmeden ağlayıp dilerim senden
Geceleri uykusuz sabaha kadar
Göz yummadan ağlayarak duam sana.
Dergahına şimdi gelip bel bağlayıp
Canı yakıp yürek bağrı dağlayarak
Yakam tutup geçer ise ağlayarak
İçtenlikle ağlayarak duam sana.
Gönül bağı genç idi bilmez yürüdüm
Ömrüm gülü hazan oldu şimdi bildim
Dünyayı koyup din yoluna yürüdüm
Binbir defa ağlayarak duam sana.
Bu yollarda canı saklamak olmazmış
Canı saklayan bu yollara girmezmiş
Kârı zarar olduğunu bilmezmiş
Bu hal ile ağlayarak duam sana.
Hoca Ahmet nefs dağından çıkıp aştı
Fenafillah makamına yakınlaştı
Yürek bağrım coşarak kaynayıp taştı
Bu hal ile ağlayarak duam sana.
Hoca Ahmet
Kahredici kahrından
Korkup ağla Hoca Ahmet
Rahmedici rahminden
Umut tutar Hoca Ahmet.
Günahım çok Allah'ım
Bağışlansın günahım
Bütün kullar içinde
Asi kuldur Hoca Ahmet.
Münafıklar yürürler
Kötülükler kılarlar
Haram şüpheyi yerler
Korkup ağlar Hoca Ahmet.
Tarikatı bilmedim
Hakikate girmedim
Pir buyruğun tutmadım
Özrü çoktur Hoca Ahmet.
Ahir zaman olandır
Sultan zalim olandır
Haram şüphe dolandır
Şaşkın olur Hoca Ahmet.
Pişmanım âsi kulum
Aşk yolunda bülbülüm
Aslan Baba'ya kulum
Kulun olur Hoca Ahmet.
Yeraltına girdim işte
O Kâdirim kudret ile nazar kıldı
Sevinerek yer altına girdim işte
Garip kulun bu dünyadan sefer kıldı
Yakınlaşıp yer altına girdim işte.
Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum
Dünya öte haram kılıp vurup attım
Şeyda olup resva olup candan geçtim
Gamsız olup yer altına girdim işte.
Şumluğumdan dağlar taşlar kötüledi
Açık dille kötüledi amel nerde
Aşık olsan evvel varıp Hakk'ı tanı
Yakınlaşıp yer altına girdim işte.
Sizi bizi Hak yarattı tâat için
Ey acaib yemek içmek rahat için
"Kâlu belâ" dedi ruhum mihnet için
Ethem olup yer altına girdim işte.
Şeyhim deyip da'va kılıp yolda kaldım
Fes sarığı değersizce pula sattım
Nefs heva coşup taştı yorulup kaldım
Bunaldım da yer altına girdim işte.
Başım toprak özüm toprak cismim toprak
Hakk'ı bulmağa ererim ruhum müştâk
Yandım yandım olamadım asla akpak
Şebnem olup yer altına girdim işte.
Olgun pirim nazar etti şarap içtim
Şıbli gibi sema vurup candan geçtim
Sermest olup el ve halktan uzaklaştım
Zemzem olup yer altına girdim işte.
Hoca Ahmet öğütçüysen kendine ol
Aşık olsan candan geçip bir yolu öl
Nâdânlara söz söylesen kılmaz kabul
Sağlam olup yer altına girdim işte.
Bağışla
Allah ey Kadir ey Esirgeyen ey
Rahmeyle kuluna Bağışlayan ey.
Sığındım Hazretine ey İlahi
Yaratan, tüm alemin sığınağı.
Vermek sendendir benden istemek
Ey Celal dolu Allah bütün dilek.
Allah ey dileklerimi sen kolay kıl
Kerimsin lutfünle derde deva kıl.
Kereminle bağışla ey bilen zat
Ahiret azabından kılgıl azat.
Allah ey şeytanlar şerrinden sakla
Kamu yazıklarımı hem sen akla.
Kamu yazıklarımdan tevbe kıldım
Kendimde değildim şimdi ayıldım.
Demiyorum beni candan ayırma
Son günümde imanımdan ayırma.
Allah ey herkesin feryadına yet
Kamu çaresizlerin yardımına yet.
Kulun asinin sen her isteğin ver
Bu devasız dertliğe dileğin ver.
Allah ey sen bağışla takatım yok
Senin önüne layık taatım yok.
Allah ey pak zatının saygısından
Ayırgıl bizi şeytan kaygısından.
Allah ey herkesi kulluğa has et
Beni benden alıp bir yol halas et.
Bana tevfik suyundan sen içirgil
Kerem ile günahlarımı bağışla.
Ki bilmeden çok günahlar işledim
Gönülleri yıkıp üzüntü verdim.
Ki her asi olan rahmete layık
Gel ey Ahmet duaya ol muvafık.
Ruhumdan da dileyerek okuyunuz
Dert ve halim azgınlaştı var mı tabib
Durumumu sana dedim yalnız habib
İstekliler ülüş aldı ben nasipsiz
Ülüş diye iki büklüm geldim işte.
İkinci defter sözleri armağanım
Ruhumdan da dileyerek okuyunuz
Duamdır bu ulaştırsın Yüce Allah
Rahman İgem sana sundum geldim işte.
Hikmetlerden nasip alan göze alsın
İçtenlikle göze alıp didar görsün
Şartı budur riyazete boyun sunsun
Candan geçip cananeyi gördüm işte.
Didar için çok diledim amin deyin
İstekliler halim görüp üzülünüz
Yolda kalan Kul Ahmete yol veriniz
Yol arayıp boynun büküp geldim işte.
Hoca Ahmet dilesen de Hak'tan dile
Başın ile erenlere hizmet eyle
İlgi bulsan halka kurup sohbet eyle
Halka içre uyanarak durdum işte...